29 Kasım 2013 Cuma

ÖGRETMENLER GÜNÜNE

TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar

ÖGRETMENLER GÜNÜNE
Milletlerin parçalanması kitabını yazan batılılar , bizi yıkmak ve Anadolu’dan çıkarmak için yaptıkları ve birbirlerine tavsiye ettikleri yüzlerce plan ve proje bilinmektedir.   
Bunlardan en önemlisi ve fiiliyatta en etkili olanı, İngiliz Hariciye vekili, Lord CURSON’un yeni TC. Hükümeti için, İngiliz Lordlar kamarasındaki yaptığı açıklamadır. Tarihteki kahramanlık ve inançları doğrultusundaki birlik ve beraberliği, nasıl yok edeceklerinin itirafının beyanlar içindeki açıklanması
Ülkemizde İslâmiyet’e küfreden imansız aydınlar gurubunu ortaya çıkarmıştır. İşte bunlardan biri’de büyük babalarının oğullarından Cumhuriyet çizeri, Turhan Selçuk. İslâm’ı kara çarşaf ve “BAŞÖRTÜSÜNÜ domuza başına” layık gören bir anlayışla gazetesinde karikatürize etmiştir. Bunun gibi “CHP nin MAKUS TARİHİ”başlığında sunduğum vesika mahiyetindeki DİNSİZLİĞE ait  bilgilerin bu güne sarkan uzantıları olduğudur.
Eğitimi sadece İLİM  cephesinden ele alarak, İRFAN ‘ın bir tarafa atan, JAKOBEN zihniyetin ürünü bu insanları kim yetiştirdi? ”YARATAN RABBİNİN ADIYLA OKU.” emri gereği OKU’manın islâm’ın ilk hecesi olması, OKU lafzından türeyen OKUL’un da din ve inançla eşdeğer olma özelliğini İslâmiyet ortaya çıkarmıştır.
İnsan hayatının ebedi hayatı nazaran bir hiç hükmünde olması, Ancak insanların bu aleme İMTİHAN için gönderilmesi gerçeğinde, ÖĞRETMENLERİN, ÖĞRETİCİ olma özelliklerinde, İLİM ve İRFANI bir arada telaffuz ederek öğrenciler yetiştirmesi zaruretini doğru aklın yeri olarak belirlemiştir.
Darvin ve Evrim teorileri ile, kendini MAYMUN soyundan sayan nice gafile, maymunların dahi kıçları ile güldüğü gerçeğine rağmen, bu kafada insanların hala eğitim ve siyaset camiasında bulunabilmesi garipliğidir.

İngiliz oyunlarının en önemlisinin de eğitimin MADDECİ sistem üzerine oturtulması, Dini bilmeyen, anlamayan nesiller yetiştirilmesi,
İlimler ALLAH’ın yarattığı varlıkları anlatmasına ve göstermesine rağmen,” Din Metafizik bir olaydır. Fiziken izah edilemez “safsatası ile kendilerini aldatan nice insanın CEHENNEME dünyada iken bilet alarak gittikleri gerçeğidir.
 Bubozuk zihniyetin, ülkemiz insanına      İÇKİ’,ZİNA’,İBADETSİZLİK’,İNANCSIZLIK’,VATANA İHANET’, RÜŞVET ALMAKTAN, VERMEKVE HER KÖTÜLÜĞÜ icra etmek olarak ortaya çıkarken. Eğitimdeki KÖY EĞİTİM enstitüleri olayları,Hasan oğlan eğitim enstitüsü rezillikleri, Halk evleri ile tarih karalanmıştır. Türkün YIKILAMAMAZLIK özelliklerini sayarak, bunları yok edeceğiz diyen İngiliz’in en yetkili ağzının, bize biçtiği kefen’in Malazgirt’te, Haçlı seferlerinde, İstanbul’da.Mohaç’ta, Çanakkale’de destanlar yazan bir milletin, öz değerlerini nasıl yok edecekleri ve ettiklerini haykırıyordu. Bütün bu gerçeklere rağmen, NATO, Birleşmiş milletler ve AB üçgenindeki kimini yok etme, kimi ni UYUTMA politikaları ile kendi hemegonyaları altına alarak, BÖL-PARÇALA  ve Yeme’yi öngören  batı zihniyetinin dün olduğu gibi, bu günde aynı doğrultuda olduğu gerçeğidir.

Derslerini Allah’ın varlığını ATLAYARAK anlatan her öğretmenin, öğreticiliğinden sorumlu olduğudur. Hayvanların, Tabiatın, İnsanların, Uzay ’ın, makro düzeydeki harikalıklarının yanı sıra, Mikro âlemlerin düzenini görerek, Allah’ı göremeyen insanların GAFİLLİKLERİ onları sorumluluktan kurtaramayacaktır. 





24 Kasım 2013 Pazar

AB SIKINTISI

TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar

AB SIKINTISI !

Elli yıllık AB (Avrupa Birliği) nin hile ve entkiraları üzerinde yaşamış olan Türkiye, Artık en yetkili ağızdan, SIKINTI haline gelmiş bulunan bu konudan  haklı olarak çıkmak istiyor.

Bu çıkışı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın en son Rusya ziyaretinde Rusya Başkanı Putin
e”Gelin Türkiye’yi Şanghay İşbirliği Teşkilatı’na alın, BİZİ BU SIKINTIDAN KURTARIN “ ifadesi ile gösterdi.

Kurt, kuzu hikâyesi gibi, Türkiye’ye daima art niyetle bakan batı, tarihsel olarak bilinen niyetleri, dostluk adına gösterilse de, çevrilen entrikalar ve ortadaki sonuçlarıyla samimi ve dürüst olamadıklarıdır. AB konusunda gerek ipe un sermeleri, kapalı kapılar arkasındaki yetkili ağızların basınlarına yansıyan konuşmalarının âvâreliği, ALAY konusuna varırken, Türkiye’nin bu konuya ciddiyetle bakmasının mümkün olmadığı, artık bunun bir SIKINTI haline dönüştüğü gerçeğidir.

Batı’nın, Avrupa insan harmanının mahsulü olan Amerika’nın, insanlık tablosunda DEMOKRASİ rolünde kendini göstererek, bu değeri de, yaptığı işgaller ve cinayetlerle İGFAL etmiş olma gerçeğiyle, İnsanlığa en büyük zararı verdiğidir. Temelinde, aldatma, istismar etme, yanıltma, bencillik, soygun ve talan’ın yattığı ABD nin kendi yapısı incelendiğinde, Kristof Kolomb’tan itibaren, Bir elinde HAÇ ve tahrif edilmiş İNCİL’le ABD kıtasına giren Avrupalıların icraatlarının KAN ve GÖZYAŞI olarak görüldüğüdür.

Aynı oyunun AFRİKA kıtasındaki insanlar üzerindeki görünürlüğünü, “Irzımız, namusumuz, Canımız, kanımız, Arazilerimiz madenlerimiz, her türlü zenginliğimiz, gitti, elimizde bir Haç ve İncil kaldı” diyen Afrika nın yerli halkının o günlerden bu günlere yansıyan durumlarının trajedisidir. , ABD de deki  KIZIL DERELİLERİN SOYKIRIM KATLİAMLARI ile her şeylerini yitirmiş olma gerçeği, geride kalan bir avuç insanın özel kamp bölgelerindeki yaşantıları, insanlık ve Amerikalılar için UTANÇ vesikasıdır.

Kendi utançlarını film senaryosu haline getirerek halen, TV ekranlarına taşıyarak insanlara seyrettiren zihniyetin kendi aşağılıklarını kahramanlık olarak göstererek. mazlum insanları katledişlerini şeytani nuans farkları ile ters çevirerek sunmaları, elbette ki HİLEKÂRLIĞIN dersleri için, Üniversitelerinde özel bölümler açan, bir topluluk için normaldir. Bunun en önemli ayaklarından biri olan HOLİVOD’ın  ürettiği filimlerin de ayne senaryonun ürünü oldugudur.

Birkaç gün evvel Türk basınında dile getirilen, ROBERT COOPER’in yazdığı “THE BREAKİNG OF NATİONS- ULUSLARIN PARÇALANMASI adı ile yazılan, kitabın devletlerarası müzakerelerde elden ele dolaşması, görüşme masalarında yer almasının anlamı, ortaya çıkan orta doğudaki fiili durum ile yan yana getirildiğinde, BOB projesindeki hinliği açıklaması yönünden,  göremeyenlere, anlamak istemeyenlere masa üstündeki bırakılarak, bilhassa bizim yetkililerimizin gözlerine sokarcasına gösterilmiş olmasının anlamının olduğudur. 
Komünizm denemesini yaşamış olan RUSYA’ nın, Türkiye’ye ihtiyacı vardır. DECCAL ve SÜFYAN ikilisinin icraatlarının tahribatlarını temizlemek ve yerine HAK ve HUKUKA’a dayalı İslâm  nizamına  insanlığın ihtiyacı hat safhaya varmıştır. Türkiye’nin  Şanghay beşlisi içinde yer alarak, batının FİTNE kazanından çıkarak, Doğunun güç birliğine katılmanın, Türk milletinin istikbali açısından kaçınılmazdır.  

22 Kasım 2013 Cuma

LORD CURSON'un TAİFESİ


TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar

LORD CURSON’ un TAİFESİ !

Tarih 6 Ekim 1950. Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in sahipliği ve Başyazarlığını yaptığı BÜYÜK DOĞU Mecmuasının 29 sayısının 8. Sayfasında aşağıdaki bilgi dünü,bu günü bize anlatmada en büyük vesika olduğudur.


NİHAİ VESİKA
Dedektif X Bir’in bu kadar emek mahsulü siyasi vesikalarından sonra (Lozan) gizli anlaşmasının su götürmez bir vesikası daha vardır ki, o da Cevat Rıfat Atılhan’ın “İslâmı Saran Tehlike ve Siyonizim “isimli eserinin 176 ncı sahifesinde aynen gösterilmiştir. Bu vesika müahededen sonra, İngiltere Avam Kamarasında “Türklerin istiklalini niçin tanıdınız ?.” diye yükselen itiraza Lord Gürzon’un verdiği cevaptır. İşte ;

. . . . Asıl bundan sonradır ki, Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamıyacaklardır. Zira biz onları, maneviyat ve ruh cephelerinden söndürmüş bulunuyoruz. !.”

Bundan sonra ortaya konulan oluylar ve JAKOBEN baskılar. Neleri doğurdu ve ortaya çıkardı. Bunların analiz edilerek, bu gün medenilik adına, nereleri itildiğimizi irdelemek  her inanç sahibi için kaçınılmazdır . İnançlarımıza rağmen, alıştırıldığımız, alışkanlıklarımız, tercihlerimizde bize ne kadar yakın veya yabancıdır.

CHP li bu kadının KÜFRÜ kimi tanımlıyor. Kendisini mi ?
Ellerinde şarap kadehleri ile Mustafa Kemal’in Askerleriyiz diye tokuşturanlar .!
Başörtüsünün dinen farz olmadığını  beyan eden bu kadınlar.
Namaz kılmayı SUÇ ve bu haber yapabilmeyi BAŞARI olarak gösterenlerin, Ne kadar Lord Curson’un tarifine uyduğuna dikkat edelim.

TARİHTEN DERS ALABİLMEK -MEHMET AKİF ERSOY

TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar

TARİHTEN DERS ALABİLMEK

Müslümanlık Nerde? - Mehmet AKİF ERSOY
Müslümanlik nerde! Bizden geçmiş insanlık bile...
Âdem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nafile!
Kaç hakiki Müslüman gördümse, hep makberdedir;
Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir;
 
Istemem, dursun o payansız mefahir bir yana...
Gösterin ecdada az çok benzeyen kan bana!
İsterim sizlerde görmek ırkınızdan yadigâr,
Çok değil, ancak Necip evlada layik tek şiar.
 
Varsa şayet, söyleyin, bir parçacık insafınız:
Böyle kansız miydi -hasa- kahraman ecdadınız?
Böyle düşmüş müydü herkes ayrılık sevdasına?
Benzeyip şirazesiz bir mushafin eczasına,
 
Hiç görülmüş müydü olsun kayd-i vahdet tarumar?
Böyle olmus muydu millet can evinden rahne dar?
Böyle açlıktan bogazlar miydi kardeş kardeşi?
Böyle adet miydi bi-perva, yemek insan leşi?

Irzımızdır çiğnenen, evladımızdır doğranan...
Hey sıkılmaz, ağlamazsan, bari gülmekten utan! ...
'His' denen devletliden olsaydı halkin behresi:
Payitahtından bugün taşmazdı sarhos naresi!

Kurd uzaklardan bakar, dalgın görürmüs merkebi.
Saldırırmış ansızın yaydan bosanmis ok gibi.
Lakin aşk olsun ki, aldırmaz otlarmış eşek,
Sanki tavşanmış gelen, yahut kılıksız köstebek!
 
Kâr sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı...
Hasmı, derken, çullanirmis yutmadan son lokmayı! ...
Bu hakikattir bu, şaşmaz, bildiğin üsluba sok:
Halimiz merkeple kurdun ayni, asla farki yok.
 
Burnumuzdan tuttu düşman; biz bogaz kaygisında
Bir bakin: hala mi hala ihtiras ardındayız!
Saygısızlık elverir... Bir parça olsun arlanin:
Vakti çoktan geldi, hem geçmektedir arlanmanın
!
Davranın haykırmadan nakus-u ilmihaliniz...
Öyle bir buhrana sapmıştır ki, zira, halimiz:
Zevke dalmak söyle dursun, vaktiniz yok mateme!
Davranın zira gülünç olduk bütün bir aleme,
 
Bekleşirken gökte yüz binlerce ervah, intikam;
Yerde kalmis, na'sa benzer kavm icin durmak haram! ...
Kahraman ecdadinizdan sizde bir kan yok mudur?
Yoksa istikbalinizden korkulur, pek korkulur.

20 Kasım 2013 Çarşamba

ABDÜLHAMİD ve JÖN TÜRKLER

 TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar

ABDÜLHAMİD ve JÖN TÜRKLER

Osmanlının yıkılışında rol alan kendilerine JÖN TÜRKLER ve GENÇ OSMANLILAR adını takan insanların yaptıklarını, bu gün tarih masasına yatırdığımızda daha iyi anlıyor ve yorumlayabiliyoruz. Bu insanların birçoğu yurt dışında ECNEBİ diyarlarında bulunmuş, dünya ahvalini dışarıdan temaşa etmiş olmalarına rağmen, YIKILIŞA var güçleriyle çalışmalarını devrin HÜKÜMDARI ABDÜLHAMİT HAN’ın tespitlerinden dinleyelim.


“Garip bir tecelliye bakınız ki, Genç Osmanlıları da Jön Türkleri’de, Osmanlı İmparatorluğunu PARÇALAMAK isteyen büyük devletlerin hepsi ARKALIYORDU.Bu devletlerin gözünde ümit bu gençlerdeydi.Bunların dediği yapılırsa Osmanlı İmparatorluğu kurtulacak, dediklerine kulak asılmazsa batacaktı. İki kere istemeyerekte olsa dediklerini yaptık ve işte battık. Bari son kalan bir avuç vatan toprağında yaşayanların gözleri açıldı mı ? İnşallah.

Evladım sayılan bu vatan çocukları, benim bir sarayın dört duvarı arasında gördüğüm hakikati, koskoca yeryüzünü gezip tozdukları halde nasıl görmediler. Nasıl göremediler de ecdat kanı ile sulanmış koskoca bir ülkeyi kendi elleri ile batırdılar.

Suçlamaya dilim varmıyor. Fakat görüyorlardı ki İngilizler, Fransızlar, Ruslar, hatta Almanlar ve Avusturyalılar yani bütün büyük Avrupa devletleri, menfaatlerini Osmanlı mülkünün parçalanmasında bulmuşlardır. Görülüyor ki bu devletler birbirleriyle dalaşıyorlar, ama Osmanlı ları bölüşmekte anlaşıyorlardı. Anlaşamadıkları kimin daha büyük parçayı yutacağı idi. Öyle olduğu halde, bu düşüncede olan devletlerin kendi lerini arkalamalarından da mı bir mana çıkaramıyorlardı.

Söyledim, yine söyleyeceğim. Anlattım, yine anlatacağım. düşünmüyorlarmıydı ki, Osmanlı ülkesi bir çok milletlerin bir araya gelmesinden meydana gelmiştir. Böyle bir ülkede meşrutiyet, ülkenin unsur-u aslisi için ölümdür. İngiliz Parlamentosunda bir Hintli ,Afrikalı, Mısırlı ; Fransız Parlamentosunda bir Cezayirli meb’us varmıydı ki, Osmanlı Parlamentosunda Rum,Ermeni,Bulgar,Sırp ve Arap meb’usu bulunmasını istemeye kalkıyorlar.

Hayır, bunca okumuş, düşünmüş kendisini davasına vermiş vatan evlatlarının cibilliyetsiz çıkacağını kabul edemem. Sadece aldandılar derim. Aldandılar ama cezalarını kendilerinden çok aldanmayan milyonlarca masum vatan evladı çekti. Hem öldüler, hem de vatandan oldular.

Kendilerine Jön Türkler denilen kimseler aslında üç beş kişidir. Bunlar yıllarca Avrupa da benim aleyhimde çalışmışlar. benim aleyhimde çalışmanın vatanın da aleyhinde çalışmak demek olduğunu düşünmeden, yazmışlar, çizmişler, söylemişlerdir. Çıkardıkları gazeteleri gizlice memlekete sokmanın yolunu büyük devletlere arkalarını dayayarak buluyorlar. Yabancı posta hanelerden yabancı uyruklu kimseler aracılığı ile çekip şuna buna dağıtıyorlar. . . Fakat ben buna rağmen, kendileriyle ilgilendim. Yabancı memleketlerde parasızlık yüzünden bazı şeylere katlanmamaları için, gazetelerini satın almak bahanesiyle büyük yardımlarda bulundum. Bazı kimselerin memleketten para göndermelerine göz yumdum. Tek yabancıların maşası olmasınlar, muhalefetleri yanlış da olsa namuslu kalsın diye. . .

Ahmed Celâleddin Paşa’nın Mısır’da Ali Kemal Bey’den aldığı mektubu görmüştüm. Bu mektup her halde Yıldız evrakı arasında saklıdır. Bu mektupta Dr.Abdullah Cevdet, Dr.İshak Sukuti. Dr.Bahaddin Şakir. Dr.Nazım. Dr.İbrahim Temo’nun Fransız ve İtalyan localarına bağlı olduklarını ve bu locaların yardımıyla yaşadıklarını, hatta memleketteki ailelerine dahi bu localar eliyle para gönderildiğini yazıyor ve bunların vesikalarını gösteriyordu.

Avrupa’da, Mısır’da çeşitli namlar altında çıkan gazeteler ve buralarda gezinen gizli cemiyetin adamları, daha önce de söylediğim gibi. Memlekete ciddi bir zarar veremediler. Fakat MASON locaları, bütün takiplerimize rağmen,”İttihad ve Terakki”ye bağlı subayları harekete geçirince, bu avare insanlar birer bayrak haline geldiler. İşte Jön Türkler ve İttihad Terakki cemiyetinin hikayesi de budur.

“Abdülhamid’in hatıra defteri Sh.60”

19 Kasım 2013 Salı

FATİH'in BABASI SULTAN MURAD HAN

TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar

FATİH’ in BABASI SULTAN MURAD


Osmanlının şanlı sultanlarından Murâd Han vefatından birkaç gün önce etrafı dolaşmaya çıkmıştı. Yol üzerindeki bir köprübaşında bir dervişe rastladı. Selâm verdi. Derviş yaklaşarak, “Hey Padişah’ım, Tövbeye niyetlen. Çünkü vaden yakındır.” Sultan Murâd dervişe teşekkür edip. Dualarda bulundu. Sultan kendisine ölümü hatırlatanları hoşlukla karşılar, Allah rızası için yapılan nasihatleri can kulağı ile dinlerdi.
Refakatinde bulunan İshak Bey’e bu  devrişin kim olduğunu sordu. Emir Sultan’ın müritlerinden olduğunu söyledi. Emir Sultan adını duyan Padişah,”Bunda bir hikmet var”dedi. Hemen Tövbe-i Nasuh eyledi. Yanındaki bey ve paşalarına da dönüp,”Yarın mahşer gününde şahidim olun , işte bütün günahlarıma tövbe ediyorum” dedi.Dervişe de izzet ve ikramda bulundu. Geriye dönüp sarayına geldi. Daha kapıdan girerken başına bir ağrı düşüp hastalandı. Her Müslüman gibi hazırladığı vasiyetnamesini çıkardı. Veziri Çandarlı’ ya verdi.

Vasiyetnamesinde, kendisinden sonra oğlu Şehzade Mehmed’ in  (Fatih) in Sultan,Çandarlının Vezir olmasını arzu ediyordu. Vefat edince Bursa’ya götürülmesini ve orada meftun olan büyük oğlu Alâeddin Ali’nin yanına defnini istedi.” Vücudumu doğrudan doğruya toprağa gömün. Cenab-ı  Hakk’ın rahmeti, yağmuru üstüme yağsın, Hükümdarlar gibi üstüme kubbe yapmayın, Mezarımın çevresine Kur’an-ı Kerim okuyanların oturması için yerler yapsanız yeter.Cuma günü defnolunmak arzumdur”

Mekke ve Medine fukaralarına gönderilmek üzere ve türbesi için kendi öz malından bir miktar para ayırdı. Vasiyetinin sonunda ise, “Ve dahi vasiyet eyle dük ki, Bir yakut yüzüğümüz vardır. Bir yanında deliği olup 95.000 akçeye alınmıştır. Vezni (ağırlığı)bir miskalden ziyadedir. Anı (yüzüğü) satalar ve kabrimiz yanında Kur’an-ı Kerim tilavet edenlere sarf ideler. Ta ki, tükeninceye dek. Ve dahi vasiyet ederim ki. Bir elmas taşlı yüzüğümüzü dahi satıp günde 70.000 kerre (Kelime-i tevhid) çektireler. Buna yedi gün devam edeler. Badehu satıp borcumuzu ödeyeler… dedi. Vezirlerini şahit tutup, her birine imzalattı. Üç gün hasta yattıktan sonra vefat edip Hakk’ın rahmetine kavuştu. . .

Türk düşmanlığıyla ün yapmış Bizanslı tarihçi Dukas,Sultan Murad aleyhine söyleyebileceği bir söz bulamayarak şu tespitte bulunmuştur.”Murad düşmanlarına karşı babamdan da daha mülayim davranır ve kin beslemezdi. Allah bilir ki, Murad halka karşı daima teveccüh ve fukaraya çömert idi. Bu lütuflarını yalnız kendi ırkından ve dininden olanlara değil. Hıristiyanlara da gösterirdi. Hıristiyanlara karşı yaptığı yeminli anlaşmaların hükümlerine riayet ederdi. Murad’ın hiddet ve şiddeti çok sürmezdi. Muzafferiyetten sonra o, düşmanı takip etmezdi, herhangi bir milleti sonuna kadar mahvefmek istemezdi. . . Harpten nefret eder sulhu severdi.”

Tespitindeki, CİHAN DEVLETİ olma özelliklerini saymakta ve bu günkü idarecilerimize örnek teşkil etmektedir.

CENNET'in ASKERLERİ

TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar

CENNETİN ASKERLERİ

Batı ülkeleri üzerinde dini taassup ve engisizyon kurallarını uygulayarak, krallıkları dahi AFOROZ müessesi ile, tahakkümü altına almış bulunan Papa’lık müessesinin zorlaması sonucu Osmanlı topraklarına HAÇLI SEFERLERİ adın altında sürüler halinde hücum edenler hiçbir devirde rahat durmamışlardı. Bunlardan biri de Kanuni Sultan Süleyman’ın muhteşem ordusu Belgrat yolu üzerinde üzüm bağlarından geçerken cereyan etti. Hava bütün sıcaklığı ile askerlerimizi bunaltmıştı. Askerin susuzluktan dudakları çatlamış bir vaziyette iken, ordunun dar bir boğazdan geçme mecburiyeti hasıl olmuştu. Yol üzerinde de, üzüm bağları vardı. Üzümler o yaz mevsiminde tam olgunlaşmış. İnsanın istihasını kabartır bir vaziyette dallarda salkım salkım duruyordu. Bir asker nefsine hakim olamadı, şeytanın ifsadına kapıldı, daldan ir salkım üzüm kopardı, yerinede bir kese içinde ederinden daha fazla bir para koyarak dala astı. Ordu bogazdan geçtikten sonra mola verdi. Ordunun arkasından kan ter içinde hristiyan bir köylünün telaşlı bir şekilde geldiği görüldü. Askerler köylüyü komutana götürdüler. Köylü heyecanla, bir askerin kendi bağından bir salkım üzüm koparmış oldugunu,üzümün yerine bir kese içinde ederinden çok para asmış oldugunu söyledi. Bağında başkaca herhangi bir zararın olmadığını belirtti ve komutana teşekkür etti. Komutan bu habere pek sevinemedi, Askerinin başkasının malını izinsiz almasına sinirlendi. Ordu içinde telllarlar çıkartarak askerin bulunmasını emretti. Asker bu çağrı üzerine ortaya çıkarak komutanın huzuruna çıktı. Konu Sultan’ında malumu oldu. Hemen o askerin ordudan atılmasını emretti ve “Kursağında haram lokma bulunan bir askerin bulunduğu ordu ila zafer ve nusret müyesser olmaz” dedi. Hırıstıyan köylü üzümü alan askeri taltif ettirmek için geldiğini halbuki işin tam tersine döndüğünü söyleyince, Komutan ; Eğer o asker parayı bağlamamış olsaydı, bu ordunun adı zalimler ordusu olurdu. İşte o zaman, o askerin kellesi de kesilirdi. Parayı asmaya bağlamakla kellesini kurtardı. Ama sahibinden izinsiz mal almakla da, seferden men cezasına çarptırıldı.” Dedi ve kahraman ordu yoluna devam etti.

Belgrat’a yakın bir yerde orduya tekrar konaklama emri verildi. Askerler,çevrelerindeki su ve çeşmelerden istifade ile,susuzluklarını gidermeye ve abdest almaya çalışıyorlardı. Çeşmelerin yakınlarında bir manastır vardı. Manastırın rahibi, Osmanlı askerlerinin durumunu öğrenip, haçlı askerlerine bilgi vermek için, manastırdaki genç ve güzel rahibelerin bir kaçını süsleyip ellerine verdikleri testilerle çeşmeye gönderdi. Kadınların geldiğini gören Osmanlı askerleri hemen çeşme başından ayrılıp, kadınlara sırtlarını döndüler. Rahibeler testilerini doldurup gidinceye kadar kimse dönüp kadınlara bakmamıştı. Rahibeler gelip durumu rahibe anlattılar. Ayrıca çeşme başında askerlerin Koparılan üzüm yerine para takıldığı konusunu konumalardan duymaları ile bu bilgide rahibe intikal etti. Rahip şaşırmıştı! Bunlar ne biçim insanlardı demekten kendini tutamadı. Malda mülkte gözleri yoktu, kadına-kıza iltifat etmiyorlar, memleketlerinden günlerce uzak yerlere kadar korkmadan,endişe etmeden şehit olacağız diye geliyolardı. Hemen kağıt ve kalem istedi,Haçlı ordusu komutanına “ Ey haçlı kumandanları! Siz bu ordu ile nasıl başa çıkabilirsiniz.Bu insanlar canlarını düşünmeden, Allah yolunda komutanları emrinde çekinmeden can veriyorlar. İnanmışlar ki,gidecekleri yer CENNET’tir. Kadına,kıza ehemmiyet vermiyorlar, Süsleyip püsleyerek yanlarına gönderdiğim rahibelere sırlarını döndüler.Mala,mülke de önem vermiyorlar. Herkese karşı iyi davranıp kimseye zülmetmiyorlar. Ey haçlı kumandanları, Siz onlardaki bu hasletleri ortadan kaldırmadıkça karşılarına çıkıp savaşmaya kalkışırsanız  mağlup olup perişan olursunuz.


17 Kasım 2013 Pazar

HACI BAYRAM VELİ ve AKŞEMSEDDİN Hz.

TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar

HACI BAYRAM’I VELİ –AKŞEMSEDDİN

Şehrimiz Samsun’u da babası Şeyh Hamza’a adına yaptırdığı MEDRESE ve o tarihteki şehrin en merkezi mahallesi, bu günkü Kale mahallesine ŞEYH HAMZA mahallesi ismi verilerek, Fatihin Hocası AK ŞEMSEDDİN tarafından şereflendirilen şehrimizden bu tarih silinirken, Medresenin sadece bir sokak tabelasında kalması, Medrese yerinin yağmalanması ve sadece ŞEYH HAMZA MESCİDİ ne dönüştürülmesi gerçeğine rağmen,  onu da çok görerek ,son zamanda da İLK ADIM BELEDİYESİ GELİRLER MESCİDİ olarak merdiven altındaki bir mescide dönüştürülmesi gerçeği, İÇLER ACISIDIR. Samsun tarihini binlerce lira alarak yazdırılanların bu konulardaki gör ememezlikleri, Osmanlı da ilk kız mektebi olarak Abdülhamit zamanında, Samsun’ da açılmış olması, Şimdiki BOZKURT mektebi ile bilinirken, tarihten bay pas edilmesinin, siyasi görünürlüğüdür.

TARİH ŞERİDİNDE GERİ DÖNEREK ;

“Şeyh Mısırlıoğlu Abdürrahim olayı şöyle kaleme almıştır.” İstanbul fetholunmadan önce, hocam Akşemseddin ile Edirne’ye gitmiştik. Sultan Murad Han’ın kazaskeri Süleyman Çelebi hastalanmıştı. Bizi saraya davet ettiler. Sultan’ın tabipleri, ona ilaç vermekle meşgul idiler. Hocam, “kazaskerin hastalığı nedir” diye sordu. Onlar da şu hastalıktır diye cevap verdiler. Hocam,Buna Sersam ilâcı yapmak lazımdır buyurdu. Tabipler ; Bunun hastalığı o değildir.Sen yine de ilacını ver, dediler. Hocam divitle kalem istedi, bir reçete yazdı. İstedikleri gelince onlardan bir ilaç yaptı ve hasta Süleyman Çelebiye verdi. Kısa bir zaman sonra hasta şifa buldu ve ayağa kalktı.
Hocam Akşemseddin’in hocası Hacı Bayram’ı Veli’nin vefatı yaklaştığı sırada, talebelerine “Beni Akşemseddin yıkasın, kefenlesin ve cenaze namazımı kıldırsın” vasiyetinde bulundu. Ancak o sırada Akşemseddin  orada değildi. Nerede olduğunu da kimse bilemiyordu. Talebeler bu vasiyet karşısında hem çaresiz hem de ne yapacakları şaşırır bir duruma düşmüşlerdi. Kararsız bir halde lerken, O esnada “Akşemseddin geliyor” diye bir ses işittiler. Halk Akşemseddin’i karşılamaya çıktı. Durumu anlattılar. O da vasiyet üzerine hareket ederek, Cenaze namazını kıldırttı. Defin işlemini tamamladı. Bu işler bittikten sonra, Hacı Bayram Veli’nin borcu olup olmadığını sordu. Doksan bin akçe borçlu olduğu ortaya çıktı. Akşemseddin Hz.bu borcun otuz bin akçesini kendi üzerine aldı. Kalan borcu da diğer yakınları ve dostları üzerlerine aldılar. Akşemseddin, üzerine aldığı otuz bin akçenin, yirmi dokuz bin akçesini hemen ödedi. Geriye bin akçe kalmıştı. Alacaklı, Akşemseddin’e gelerek geri kalan borcu da hemen vermesini istemişti. Akşemseddin ona, “Birkaç gün müsaade et,”dediyse de bir faydası olmadı. O kimse sert bir lisanla alacağını tekrar istedi. Akşemseddin. O kimseyi içeri davet etti. Evin önünde bir bahçe vardı. O kimseye “Bahçeye gir, alacağın bin akçeyi al, Fazlasını alma” dedi.
O şahıs, bundan sonraki durumu şöyle anlatıyor. “Bahçeye girdim. Bahçenin içinde yassı yapraklı bir ot vardı.Her yaprağın üzerinde bir akçe vardı.O otta o kadar çok yaprak vardı ki, sayısını ancak Allah’ü Teala bilir. O nun yapraklarından bin akçe topladım. Fakat yaprakların üzerinden hiçbir akçenin eksilmemiş olduğunu gördüm. O bahçenin içi akçe ile doluydu. Bu hali görünce, hayret içinde kaldım. Dışarı çıkıp o bin akçeyi Akşemseddin’in önüne koydum.”Bu akçeleri size bağışladım” dedim,yalvardım ve özür diledim. Fakat şeyh o bin akçeyi kabul etmedi”

Daha bir çok keramet le hayatını tamamlayan Akşemseddin Hz. Osmanlı tarihinde yeri FATİH SULTAN MEHMED gibi bir delikanlıyı, İSTANBUL’un FETHİNE hazırlamadaki rolünün önemidir. Bu röl ile birlikte, Şehrimize o yıllarda kazandırmış olduğu ve babasının adına yaptırdığı MEDRESE nin ortaya çıkartılması, Müze olarak imar ve ihya edilmesi, o tarihte  Akşemseddin’in babası ŞEYH HAMZA ismi nin verildiği, Samsun Kale mahallesinin isminin değiştirilerek ŞEYH HAMZA olarak tekrar verilmesinin, tarih ve ecdada vefa olarak , bu günkü yöneticilerin boynunlarındaki bir görev olduğudur.