30 Mart 2013 Cumartesi

ATEŞTE YANMAYAN EBU MÜSLİM

TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar

ATEŞTE YANMAYAN EBU MÜSLİM  

Huneyn Savaşı yılında, Yemen’de Esved El-Ansi denilen çete reisi peygamberliğini ilân etmişti ve insanları kendi peygamberliğine inanmaya zorluyordu TEFEKKÜR. Yemen’de yeni Müslüman olan Ebu Müslim El-Havlani (r.a.) ise Esved-Ansi’yi reddetmişti. Gerçek Peygamber olarak Hazret-i Muhammed’i (a.s.m.) kabul ettiğini herkese söylüyordu.

Yalancı peygamber Esved, adamları ile Ebu Müslim’i çağırdı ve sorguladı. Ebu Müslim de mertçe cevaplar verdi. Aralarında şu restleşme oldu.

Esved          : “Sen Allah’ in birliğine şahitlik ediyor musun ?”

Ebu Müslim : “Evet Şahitlik ediyorum !.”

Esved          :  “Benim O nun peygamberi olduğuma da şahitlik
                         ediyor musun ?”

Ebu Müslim :  “Anlamadım !”
Esved          :  “Benim Onun peygamberi olduğuma şahitlik ediyormusun
                         dedim.”
Ebu Müslim :  “Ne dediğini duymuyorum.”
Esved          :   “Peki Muhammed’in Allah’ın Peygamberi olduğunu şahitlik
                          ediyor musun ?”
Ebu Müslim :  “Evet Şehadet ediyorum ki, Muhammed Allah’ın kulu ve
                         Elçisidir.”
Esved          :  “Benim de Allah’ ın peygamberi olduğuma şahitlik ediyor
                         musun ?.”
Ebu Müslim :  “Ne söylediğini duymuyorum.”

Bunun üzerine Çete başı Esved öfkesinden küplere bindi ve adamlarına büyük bir ateş yakılmasını emretti. Çete üyeleri hemen harakete geçti. Büyük bir odun yığını hazırlandı. Dev bir ateş yakıldı ve Ebu Muslim el ve ayakları bağlanarak ateşe atıldı.

Fakat Allah’ın emri gereğince, Hazret-i İbrahim-i yakmayan ateş, bu kez de Ebu Müslim (r.a.) da yakmıyordu.

Bu olay karşısında Esved ve adamları hayretlerinden donup kalmışlardı.
Bütün gücüyle yanan ateşe rağmen, Ebu Müslim yanmıyor, ateşin içinde oturur vaziyette duruyor ve onların şaşıran hallerini seyrediyordu.
Bu olay karşısında, Esved’ in yalancı peygamberlik oyunu son bulmuş ve etrafındaki adamlarda dağılmış, Yemen halkı da kendisinden yüz çevirmişti.

Kur'an-ı Kerim'İN buruç sURESİNİN 4-12 .Ayetlerinde UHDUD olarak dile getirilen bu olaydan, 300 yıl kadar evvel, Yemen’de Firavun Jurnuvas’ın yaktığı 30 bin insanın kokusu daha çıkmadan böyle bir mucizenin yaşanması Yemenlileri üzmüş ve şaşırtmıştırken, Bir taraftan İmanlarından bir taraftan YANARAK CENNET kapılarından giren MÜMİNLER, diğer tarafta ise, aynı  iman ve sebat ile ATEŞE ATILMASINA rağmen YANMAYAN Mümin örnekleri ile, kendilerinden sonraki inanan ve inanmayanlara birer menkibe olan bu olayların, birer ders örneği teşkil ettiğidir.  (Bu konu ile alakalı 4 makalem Blogg köşemin 33-34-35-36 sırasındaki UHDUD VAK'ASI başlığında detaylı bilgi verilmiştir.)

Ebu Müslim (r.a.) daha sonra Medine’ye geldi. O sırada Peygamber Efendimiz (a.s.m.) vefat etmiş ve Hazret-i Ebu Bekir (r.a.)halife seçilmişti. Ebu Müslim’i Hazret-i Ömer (r.a.) karşıladı ve alnından öptü.

“Allah’a hamd olsun ki, hayatımda bana Muhammed (a.s.m.) ümmetinden
Hazret-i İbrahim (a.s.) mu’cizesine sahip bir yüce kimseyi gösterdi” diyerek Allah'a Hamd ve Şükrünü dile getirdi.  

CEHENNEM'den KURTULDU

TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar

CEHENNEM ’den KURTULDU                                                     

Abdulkâdir-i Geylanı Hazretlerinin müritlerinden biri, Şeyhine hayranlık duyarak, “Madde ve mana birleşmiş, Hiçbir veliyi böyle muhteşem ve zengin görmedim” Diye içinden geçirmişti.


Bir müddet sonra mürit’e bir uyku hali geldi, uyuya kaldı. Rüyasında, Zifiri karanlık bir gecede, Muthiş bir fırtına ve yürekleri çatlatan bir korku içinde, kıyamet kopmuş, İnsanlar dirilmişti. Her kes bölük bölük mahşer meydanında toplandı. Herkesin hesabı çok şiddetli görülmeye başlandı. Günahkârlar Cehenneme, Salih olanlar da Cennet’e gönderiliyordu.

Sıra mürit’e geldi. Hesap soruldu. Şiddetli bir muhasebeden geçirildi. Tam hesabı bitmek ve Cennet listesine yazılmak üzereydi ki. Ortaya bir Yahudi meselesi çıkıverdi. Kendisinin bir Yahudi’ye on para borcu vardı. Yahudi çağrıldı. Muhakeme edildi. Borç sabit görülmüştü. Yahudi “Ey hesap gününün sahibi, bu adamdan hakkımı isterim, on para alacağım vardır. Alacağımı ödemedi. Şimdi ödemesini istiyorum” dedi.
Adam, mahşer meydanında elleri boş, yapa yalnız ve haksız bir konumda kalıvermişti. Kan ter içindeydi. Bir şefaatçi aradı. Elinden birisi tutmalıydı. Yoksa mahkeme, sıradan bir hesap yüzünden aleyhine sonuçlanacaktı.
Üzüldü, ağladı, sızlandı, kıvrandı, terledi kâbuslar yaşamaya başladı. Öyle ki kendi vücudundan boşalan terler, zemini dahi ıslatmıştı. Çare yoktu. Yahudi’ye karşı haksız bulunmuş ve kendisi için Cehennem yazılmıştı.

Nihayet melekler geldiler, kendisini yakaladılar ve Cehenneme gideceklerin kafilesi içinde, Cehenneme doğru sürüklemeye başladılar. Bu üzüntü. Bir mahrumiyet, bir yoksulluk ki, elden hiçbir şey gelmiyordu. Cehenneme gidiyordu! Hak her yerde ve her zaman üstündü. Haksız ise sefil değersiz, mücrim ve günahkâr dı.

Birden kafilenin önünde bir ışık peyda oldu. Yaklaştıkça büyüdü, Altın ve cevherlere bürünmüş bir sürü atlar üzerinde insanlardı, bunlar İçlerinden en öndeki ışık saçan zat, kafilenin önünde durdu ve yüksek bir sesle  seslendi.
“Durun İçinizde bir ehl-i Cennet var!” Adam ileri fırladı ve yalvardı. “Aman sultanım ! Bu Yahudi’ye on para borcum var , Şu fakire imdat et, Ne olur. Işık saçan zat, atlas kesesinden bir miktar para çıkardı ve Yahudi’ye uzattı. “Al paranı! Bırak şu fakirin yakasını” dedi. Yahudi parasını aldı, adam da böylece, Cehenneme gitmekten kurtuldu.

Sonra adam, ışık saçan kurtarıcısının atının üzengisine yapıştı. Ağladı.. . göz yaşları sel sebil oldu. Nihayet başını kaldırdı ki ne görsün, kendisine ŞEFAAT eden ışık yüzlü zat. GAVS-I AZAM ABDÜLKADİR’ GEYLANİ HAZRETLERİ İDİ.

Uykudan sevinçle uyandı. Şükür secdesine kapanarak, ALLAH (Celle Celalühu) ye HAMD VE ŞÜKÜR etti.

28 Mart 2013 Perşembe

İMTİHAN

TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar

İMTİHAN

Dünya hayatına  gelen her insan her hali ile imtihan olmaktadır. Sağlık, Hastalık. Güzellik ve Çirkinlikle. Zenginlik, Fakirlikle. Çocukların varlıkları ve yoklukları, İMTİHAN OLUNMAKTADIR.

Hadis kitaplarımızda bizi bu konularda düşünmeye sevk eden birçok ibretli kıssalar vardır. Bunlardan biri de KEL, KÖR ve ALACA yüzlü üç adamın macerasıdır.

Hadis-i Şerif’te haber verildiği üzere, Allahu Teâlâ bu yaratılıştan kusurlu üç adamdan alaca yüzlü adama insan kıyafetinde bir melek göndererek, “BU  DÜNYADA  MURADIN NEDİR” diye sorar. Adam, “Yüzümdeki şu alacaların kaybolması yüzümün güzelleşmesidir” der.

Melek alacalı adamın yüzünü mesh etti. Yüzü tertemiz parlamaya başlayan adama “ HANGİ MALI ÇOK SEVERSİN” dedi. O da, deveyi çok sevdiğini söylemesi üzerine, on aylık gebe bir deve verip. “ALLAH BEREKETLİ EYLESİNN” diyerek oradan ayrıldı.
                                                                                                                                      

Sonra başı kel olan adamın yanına geldi. Melek ona da , ŞU DÜNYADA MURADIN NEDİR ? Diye sordu. O da , “Güzel gür saç muradımdır” dedi. Melek onun  da başını mesh etti. Bir anda gür saçlı bir delikanlı oldu. Melek, Hangi malı çok sevdiğini sorunca da, İneği çok sevdiğini söylemesi üzerine, Gebe bir inek verdi ve, “Allah bereketli eylesin” diyerek ordan da ayrılarak gözleri âmâ olan adamın yanına geldi.


Şu dünyada muradın nedir? diye sordu. O da; “MURADIM GÖZLERİMİN AÇILMASIDIR” dedi. Melek bunun da gözlerini mesh edince hemen açıldı. Buna da hangi malı çok seversin diye sordu. O da, Koyunu çok sevdiğini söyledi. Melek buna da çok döllü bir koyun vererek “Allah bereketli eylesin” deyip oradan ayrıldı.                                             

Kısa bir zaman sonra, Deve ile İnek yavruladı. Koyun kuzuladı. Derken birinin vadiyi dolduracak kadar devesi, diğerinin çöle sığmayacak kadar sığırı, üçüncüsünün de kırları kaplayacak kadar koyunları oldu.

Artık vücutlarındaki kusurlardan kurtuldukları gibi, yokluktan zenginliğe kavuşmuşlardı.

Bir zaman sonra melek eski kıyafetiyle tekrar gelerek yüzü alacalı adama şöyle müracaat etti ; “Fakir bir adamım, yoluma devam edecekken, kuvvetim kalmadı, rengini ve cildini güzelleştiren Allah için bana bir deve ver de, onunla evime yetişeyim, dedi.

Eskiden alaca yüzlü çirkin, şimdi ise Güzel yüzlü adam. “Verecek olduktan sonra isteyen çok !” dedi.  Bunun üzerine melek. “Ben seni tanır gibi oluyorum, sen eskiden alaca yüzlü, fakir bir adamdın. Halk senden iğrenirdi. Sonra Allah senin yüzünden bu çirkinligi giderdi, böylece Zengin’ de etti. Dedi.

Adam, “Hayır bu mal bana babamdan miras kaldı “ dedi. Bu sefer melek “Yalan söylüyorsun, Allah seni evvelki haline iade etsin,” diyerek oradan ayrıldı.

Melek evvelce Kele görüldüğü halde onun yanına geldi. Evvelkine söylediği gibi, ona da aynı şeyleri söyledi. Bu da öteki gibi cevap verdi. Melek buna da, “Yalan söylüyorsun Allah evvelki hâline iade etsin” dedi.

Oradan da ayrılarak, kılığına büründüğü âmânın yanına geldi. “Yolcuyum,fakirim evimde çocuklarım perişan, Gözlerini açan zât hakkı için bana bir koyun verirsen, onunla gıdalanır, açlıktan kurtulurum.” Dedi.

Evvelce Âmâ olan şöyle cevap verdi; “Ben eskiden kördüm ve fakirdim. Cenab-ı Hak bana gözlerimi ihsan ettikten sonra fazla olarak da beni zengin eyledi. Bunların hepsi Allah’ın ihsanıdır. İstediğini al, dilediğini bırak. Sürü benim değil senindir.

Melek buna da şu cevabı verdi ; “Malın senin olsun, bu bir İMTİHANDI, sen KAZANDIN. Allah senden razı oldu. Arkadaşların kaybetti. Allah’ın gazabına uğradılar.

(Sahih-i Müslim 5265 Ebu Hüreyre (r.a.) dan rivayeten)
Şimdi biz, bize verilen bunca nimetlerle acaba ne şekilde imtihan olmaktayız. Hiç fark ettiniz mi ?

KONU İLE İLGİLİ AYETİ KERİMELER ;

EL BAKARA SURESİ -AYET 155.
Ey Müminler,(itaatkârı asi olandan ayırd etmek için) Sizi biraz KORKU, Biraz AÇLIK , Biraz da MALLARDAN CANLARDAN ve MAHSÜLLERDEN yana eksiltme ile and olsun İMTİHAN edeceğiz. Ey Habibim Şükredenlere (Lutuf ve İhsanlarımı) müjdele.

156 Ayet - Onlar, O kimselerdir ki, kendilerine bir BELA geldiği zaman TESLİMİYET göstererek, Biz ALLAH'ın kuluyuz ve (öldükten sonra da) yine O'na döneceğiz derler.

214 Ayet - Yoksa siz Ey Müminler, Kendinizden evvel geçenlerin halleri hiç başınıza gelmeden, (hemen) Cennet'e gireceğinizi mi sandınız. Onlara öyle ezici sıkıntılar, kımıldatmaz zaruretler dokundu ve öylesine sarsıldılar ki, Hatta Peygamber ve Maiyetinde iman edenler;" Allah'ın yardımı ne zaman olacak" derlerdi. Bilin'ki Allah'ın yardımı muhakkak yakındır.

ANKEBUT SURESİ  AYET 2.
İnsanlar," İNANDIK" demekle, Serbest bırakılıp İMTİHAN edilmiyeceklerinimi sandılar?

AYET-3- 
ŞANIM hakkı için, Biz onlardan öncekileri çeşitli imtihandan geçirdik. ALLAH elbette Doğru olanlarla, Yalancıları bilecek ve ortaya çıkaracaktır.

VES ŞEMSİ Suresi AYET 9.
Nefsini Tezkiye eden kurtuldu. Nefsini Günahta, Cehalette, Delalette bırakan ziyan etti. . .


27 Mart 2013 Çarşamba

RİYA - İKİ YÜZLÜLÜK

TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar
RİYÂ - İKİ YÜZLÜLÜK

Ebu Hüreyre’den rivayet edildiğini göre ; Resurullah’ı (Sallallahu Aleyhivessellem  şöyle buyururken işittim.

Kıyamet günü halktan ilk hüküm verilecek ŞEHİT olmuş kimselerdir’ki huzura getirilir. Cenab’I Hak  (Celle Celalü) “Bu nimetlere karşılık ne yaptın ?” der. O şahıs- Senin yolunda savaştım ve ŞEHİT düştüm” der.

Allah (Celle Celalü) “Yalan söyledin,çünkü sana cesur desinler diye savaştın ve sanada bu söz söylenmişti” der. Sonra emredilir ve yüzü üzerine sürüklenerek CEHENNEME atılır.


-İLİM ÖĞRENİP,ÖĞRETEN ve KUR’an okuyan kimse getirilir. Allah (Celle Celalü) Ona iyilik nimetlerini bildirir. O da nimetleri ikrar eder. Allah’ü Tealâ (C.C.) Bu nimetlere karşılık ne yaptın ?”

O da; -Ya Rab, “İlim öğrendim ve öğrettim, Kur’an okudum” cevabını verir. Allah (C.C.)-Hayır YALAN SÖYLÜYORSUN , İlmi sana ALİM desinler diye öğrendin. Kur’an-ı sana KARİ (Kur’an okuyan-Tecvide uygun) diye okudun ve sana da böyle denildi.” Buyurur.

Sonra emredilir, yüzü üzerine sürüklenerek CEHENNEME atılır.

Üçüncüsü de, Allah (Celle Celaluhu) kendisine ZENGİNLİK verdiği ve her türlü servetten ihsan buyurduğu şahıstır ki, huzura getirilir. Ona ihsan buyurduğu nimetleri sayar. O da itiraf eder.
Cenab-ı Hak; “Bu nimetlere karşılık ne yaptın?” buyurur.

O da”Ya Rab ! Servetimi sadece sen’in uğrunda, sevdiğin yollarda harcadım. “ deyince. Allah (C.C.) “Hayır yalan söylüyorsun bunları sana  CÖMERT denilsin diye yaptın”,buyurur. Sonra emrolunur, Yüzü üzerine sürüklenerek CEHENNEM atılır. (Müslim rivayet etmiştir.1617 Hadis-ı Şerif.)

RİYÂ (gösteriş) için yapılan amellerdir. Kıyamet günü  ilk hesaba çekilecek ameller riyâ ile yapılan amellerdir. Kıyamette riyâkarlar  AZARLANACAK , REZİL ve RÜSVAY edileceklerdir. Ahrette,  ZAHİRİ  (AÇIK OLAN) ameller kurtuluşa kâfi değildir. Bilakis  Allah’u Tealâ’nın rizasını talep ederek, İhlaslı olmak mecburiyeti vardır.

Kim işlediği hayrı duyurursa, Allah (C.C.) onun gizlediği işlerini halka duyurur. Kim de riyakârlık yaparsa Allah’ da onun Riyakârlığını kıyamet günü açığa vurur. (Buhari-Müslim l6l9 )

Muhyiddin’I Arabi (Hz) nin “ Seceret’ül Kevn” adlı eserinin bir bölümünde, Şeytan’ın çirkin bir surette Peygamberimiz Hz.Muhammed (S.A.V.) ashabıyla bir evde bulunurken gelerek, sorulan suallere verdiği cevapların  konu ile ilgili bölümünde; . . .

“ benim bir oğlum daha vardır ki, onun adı MÜTEKAZİ dir.Bunun vazifesi de yapılan gizli amelleri yaymaya çalışmaktır.Mesela bir kul, gizli bir taat(hayırlı iş) işlerse bu yaptığını da gizlemeye çalışırsa , Mutekazi onu dürter.en sonunda o gizli amelin yayılmasına ve açığa çıkarmaya muvaffak olur. Böylece Allah-u Teala o amel sahibinin yüz sevabının, doksan dokuzunu İMHA eder, biri kalır. Çünkü kulun yaptığı gizli bir amel için tam YÜZ sevap verilir

Kim Allah Azze ve Celle’nin, rizasının talep olunacağı bir ilmi, dünyalıktan bir metaya kavuşmak amacıyla öğrenirse, Kıyamet gününde CENNETİN KOKUSUNU BİLE ALAMAZ. (Ebu Davut l620)

”Biz idarecilerimizin yanına girdiğimizde onlara, huzurlarından çıktığımızda, söylediklerimizin aksini söylüyoruz.(gıyaplarında onları kınıyor,huzurlarında övüyoruz)”derler.(İbni Ömer (r.a.)Biz bu davranışı Resurullah (s.a.v.)zamanında bir nifak sayardık diye cevap verdi. (Buhari-1618). . .



24 Mart 2013 Pazar

OSMAN GAZİ'nin RÜYASI


TEFEKKÜR                                                                                    
Dursen Özalemdar                                                                                         
OSMAN Gazi’nin RÜYASI 

Osmanlı devletinin kurucusu Osman Gazi, zamanın mürşidi, Allah dosta, veli, Şeyh Edebali’yi sık, sık ziyaretine gider, misafir olurdu.
Yine böyle bir gün misafir olur. Geceyi kendine tahsis edilen odaya, sohbetten sonra çekilirken, Osman Gazi, duvarda asılı olan Kur’an –ı Kerim’i görür. Kur-an’ı Kerim’e hürmeten yatağa uzanarak yatamaz, Odanın sedir kısmında oturur vaziyette iken uyuyakalır.
Rüyasında; Şeyh Edebali’nin göğsünden bir hilalin çıktığını, hilalin bir ucunun kendi göğsüne girdiğini, kendisi ile,  Şeyh Edebali’nin arasında,  birçok asırlık bir çınar ağacının ortaya çıktığını, çınarın dallarının Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarına kadar yayıldığını, bir çok milletlerin çınarın gölgesi altında olduğunu görür.
Çınarın dallarının yayıldığı ülkelerdeki cami ve minarelerinde Ezan-ı Muhammedi okunduğunu, Kur’an-ı Kerim tilavet edildiğini, her yerin gül bahçesi gibi olduğunu müşahede eder.
Osman Gazi, bu rüya içinde hayranlıkla seyir halinde iken, bir ceylan’ın ortaya çıktığını ve batıya doğru koştuğunu görür. Osman Gazi sadağından okunu yayına yerleştirmişken, uyanır.
Bu halde iken sabahı eden Osman Gazi, abdest’ini alarak Şeyh Edebali’nin huzuruna çıkar. Namazdan sonra rüyasını anlatır. Şeyh Edebali Hazretleri rüyayı şöyle tabir eder.
“Oğlum, gaybı ancak Allah-ü Teala bilir. Ancak bu gördüğün rüyada büyük hayırlar var. Allah-ü Teâlâ, sana ve nesline saltanat nasip edecek. Üç kıta oğullarının hâkimiyetine girecek. Benim zürriyetim bir kızla evleneceksin. Olacak çocukların kuracağın ve giderek büyüyecek olan  devletinin başına geçerek, batıya doğru genişleyecek ve İlah-i Kelimetullah’ı , o ülkelerde İmar edecekleri,   Cami ve Minarelerde Ezan ve Kur’an tilavetleri ile yeri göğü süsleyecekler. Allah rüyanı kutlu etsin” der  “. . .
Osman Gazi’nin bu rüyası, Şeyh Edebali’nin yorumu, aynen tahakkuk etti. Osman Gazi Şeyh Edebali’nin kızı,  Mâl Hanım’la evlendi. Bu evlilikten doğan çocuklarının kurduğu devlet,  OSMANLI  İMPARATORLUĞU olarak ,Türk ve İslâm tarihine 620 yıllık ALTIN SAYFALAR yazdırdı.
1970 yıllarda, çıkarttığım Cihad adlı gazetemde, İslam Sancağı başlığı altındaki bir makalemde, Dünyanın yeniden bir dirilişe muhtaç olduğu, İslam adaletine ihtiyaç duyulduğu, Komünizm, Kapitalizm ve Materyalist lerin hakim olduğu  yönetimler içinde, insanlığın huzur bulamayacağını, dile getirerek, bu sancağın yeni sahibi kim olacak! Sorgulamasına, dahi adli takibat açılırken, bu gün geldiğimiz noktada, bu yeniden dirilişin, doğum sancılarını çeken bir zaman dilimine gelmiş bulunuyoruz.
Türk ve İslam birliğinin bazıları istemese de, Takdir’i İlahinin ortaya çıkarttığı tablonun nakış gibi oluşmasında,   yeniden dirilişin eşiğindeki, Türk Milletine hayırlı ve uğurlu olması duasına, AMİN-AMİN-AMİN diyorum. . .  

22 Mart 2013 Cuma

ŞAİR NABİ


TEFEKKÜR                                                                                                            
Dursen Özalemdar
ŞİİR ve ŞAİR NÂBİ
Urfa da 1642 yılında doğan Nâbi, Divan şairlerimiz arasında kendi tarzına mahsus bir şairdir. Nâbi bütün Divan şairleri gibi, şiirlerini İslâm ve tasavvuf inanışına uygun yazmıştır. Diğer şairler gibi, şiirlerini genellikle MÜNACAATve NAAT tarzında olmuştur. Aradan 334 yıl geçmesine rağmen, yazdığı bu Naat-ı Şerif  ve yazılış hikayesi ile edebiyatımızda unutulmaz bir manzume olmuştur.
Nabi 1678 yılında, devlet ricaliyle birlikte hac niyetiyle yola çıkar. Peygamber aşığı bir şair için Medineye gitmek ve Hz. Peygamber’in kabri şeriflerini ziyaret etmek heyecanı içindedir. Kervanın Medine’ye yaklaştığı bir gece istirahat verilir. Heyettekilerden bir paşanın ayağını Medine yönüne uzattığını görmesi, Nabi’yi son derece üzer. O anda kalbine dolan ani bir ilhamla şu natı okur.
Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbub-i Hüdadır bu
Nazarğah-ı ilahidir Makâm-ı Mustafa’dır bu.
Felekte mâh-ı nev Bâbü’s-selâm’ın sâne-çâkidir
Bunun kandili Cevza matlâ-i nur-i ziyadır bu.

Habib-i kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazilette
Teveffuk kerde-i arş-ı Cenab-ı Kibriyâdır bu.
Bu hâkin pertevinden oldu deycür-i adem zail
Amâdan açtı mevcûdat çeşmin tûtiyâdır bu

Mürâât-i edeb şartıyla gir Nabî bu dergâha
Metaâf-i kutsiyândır bûse-gâh-ı enbiyâdır bu.

Paşa . Hz. Peygamber toprağında saygısızlığını ikaz eden bu şiir karşısında muhatabın kendisi olduğunu anlar. Toparlanır. Nâbi’ye bu şiiri ne zaman yazdığını başkalarına okuyup okumadığını sorar. Nâbi , “hayır ilk defa şimdi söylüyorum ve sizden başka işiten olmadığı”, cevabını verir. Paşa bunun aralarında bir sır olarak kalması  ricasında bulunur. Kafile yola devam eder. Sabah ezanı vaktinde Medine’ye ulaşılır. Şehre girerlerken Mescid-i Nebi müezzini bir naat okumaktadır. İşin ilginç yanı ise, bu naat, Nâbi’nin bir müddet evvel okuduğu naattır. Paşa ve Nâbi bu durum karşısında hayrete düşerler.

Namaz bitip cemaat dağılırken, Nâbi ile Paşa heyecan la müezzinlerin yanına varıp, okudukları naatın kimin olduğunu ve nereden öğrendiklerini sorarlar. Müezzin, konunun kendisi için bir sır olduğunu düşünerek cevap vermek istemez. Fakat Nâbi israr eder. Bu naati az önce kendisinin söylediğini ifade etmesi üzerine, Bu defa hayret etmek müezzinlere sıçramıştır. “Senin adın Nâbi mi ?” diye sorar.” Evet “cevabını  alınca ellerine kapanır ve şu açıklamayı yapar. “Bu gece Allah Rasulü rüyamızda bize,Ümmetimden Nâbi isimli bir şair beni ziyarete geliyor. Bu zat bana karşı son derece büyük bir sevgi ile doludur. Bu aşkını ifade için şöyle bir naat yazmıştır. Siz bu naatı bu sabah minarelerden onun buraya beni ziyarete gelişi şerefine okuyun.” Derlerken, Nâbi’nin  sevinci. Paşanın utancı iki halet-i ruhiyeye tablolaştırıyordu.

Bu Naat-ı bu günkü kelimelerle yazdığımızda ;

Cenab-ı Hakk’ın nazargâhı ve O’nun sevgili Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa’nın makamı ve beldesi olan bu yerde edebe riayetsizlikten sakın. /Gökyüzündeki hilâl. O’nun selâm kapısının yüreği yaralı âşığıır. Semadaki Cevza (ikizler burcu) nun nur ve ışık kaynağı O’dur. / Burası Sevgili Peygamberimiz’in  istirahatğahıdır. Fazilet açısından ise Cenab-ı Kibriya’nın arşın da üstündedir. / Bu mübarek toprağın ziyasından, yokluk karanlığı sona erdi. Varlık âlemi, körlük ve yokluktan gözünü onun sürmesiyle açtı./Ey Nâbi, bu dergâha edep kurallarına uyarak gir. Zira burası meleklerin etrafında pervane gibi döndüğü, Peygamberlerin hürmetle öptüğü mübarek bir makamdır.”

Sözleri o günden, bu güne bizlere yol gösterirken.

“Gönül ne arzü-yı câh ider ne tâc u taht ister
Reh-i himmette ancak kalb-i nerm ü pâ-yı saht ister. “

“Gönül ne rütbe, ne taç ne de taht ister.
O gayret yolunda yumuşak bir kalp ile sebat eden bir ayak ister.”

Diyerek olunması gerekeni de tarif ediyor.


21 Mart 2013 Perşembe

AFRİKA VAHŞETİ

 TEFEKKÜR 

Dursen Özalemdar               


AFRİKA VAHŞETİ                       

 Batılı devletlerin yaptıkları işleri incelediğimizde, bizleri nasıl uyuttukları, nice uydurmalarla insanlığı oyaladıklarını görüyoruz.

Afrika’da masum insanların kanlarını akıtıp, çeşitli vahşet işlenirken, bizi de Tarzan filmleri ile uyutuyorlardı. Kıta yerlilerini vahşi, insan eti yiyen, yam-yam’lar olarak tanıtırlarken, Misyonerleri  ile, İsa Mesih asası ile girdikleri ormanlarda, işledikleri cinayetlerin haddi hesabı yapılamıyordu.

KONGO’da cereyan eden şu olay, beyaz adam vahşetinin ne boyutta işlendiğinin bir utanç vesikası olacak niteliktedir.

Kongo’nun, yer altı ve yer üstü zenginliklerine göz diken, Avrupa’nın en sessiz gözüken devleti Belçika’nın,  diğer Avrupa ülkeleri gibi, Afrika’yı sömürülecek bir hedef olarak görüp, SÖMÜRGE’ olarak seçmesi, Köle ticaretinden sonra, zengin Bakır-Elmas-Uranyum- Kalay- Çinko madenlerinin yoğun olduğu Katanga bölgesinde yoğunluk gösterir. 19 y.y.başında Araba sanayinin aldığı yol ile birlikte, Lastik yapımında ana madde olan,  Kauçuk’un değer kazanması, Kongo’nun bu zenginliğini de batılılar nezdinde iştah kabartıcı oluyordu.

Teknolojik üstünlükleri ile, işgal ettikleri Kongo’da yerli halk bireylerini, KÖLE denilen varlık olarak görmek isteyen işgalciler, Bu siyahi insanların, insani zafiyetlerinden rahatsız olurlar.

Köle efendisinin emirlerine,  itiraz etmeden uymalıydı.
Canı yansa’da efendisinin emirlerine harfiyen uymalıydı.
Köle efendisine karşı, korkak ve pısırık olmalıydı.                   
Hakaret edildiğinde tepki vermemeliydi.

Eş ve çocuklarına sahiplik etmemeliydi.

Beyaz yam-yamlar,  ideal köle tipini ortaya çıkartmak, Kölelik ruhu genlerine kadar işlenmiş tipleri oluşturmak için;

VAHŞETİN BÖYLESİ GÖRÜLMEMİŞTİ!

O tarihte, Kongo’da, tek  tek hamile kadınlar tespit edildi. Değişik aylarla hamile olan bu kadınlar büyük bir meydana zorla getirilir. Binleri aşkın bu genç anne adayları içinden dokuz aylık hamile bir kadın seçilir. Doğumuna birkaç gün kalmış bu kadın, yere zorla eğilerek mancılık haline getirilen ağaca bağlanır. Etrafında ise binlerce siyahî hamile genç anne adaylarının bakışları arasında, mancılığa bağlanmış bulunan kadın, ağaç serbest bırakılarak havaya fırlatılışı ve yere düşüp parçalanışına şahit edilirler.

Şahit oldukları bu vahşeti günlerce üzerlerinden atamayan bu hamile anneler. Beyaz adamı nerde görseler korku ve endişe ile, hürmet göstermek mecburiyeti gösterirken, karnındaki çocuğuna da aynı his ve duyguları aktarıyorlardı. Bu halde iken bir ay sonra, yeniden meydana toplanma. Mancılığı yine bir hamile kadının bağlanışı, havaya fırlatılışı, havada ve yerde düşerek parçalanış sahnelerinin, her ay yeniden yaşatılarak doğum yapan annelerin çocuklarının genlerine kadar işleyen korku ve Beyaz Yamyamlara itaat etme duygusu, İdeal köle tipini elde etme vahşetleri. Kongo’nun ak kâğıtlardaki tarihine,  Beyaz Adamın Kara lekesi olarak yazılıyordu.

Böylece,  1600 lı yıllardan, 1960 kadar süren SÖMÜRGE tarihinde, gasp edilen mal varlıklarının yanı sıra 10 milyon Kongolu’nun, bu beyaz YAM-YAM’lar tarafından katledilişi, insanlık tarihi ve Batılı’lar için bir yüz karası olarak ortada durmaktadır.
 Fas, Cezayir,Libya,Mısır, Tunus , Moritanya,Mali, NİJER, Cad, Sudan, Etiyopya,  Somali,Senegal,Gambiya, Liberya, Fildişi sahili, Kamerun, Zaire, Angola, Tarzanya, Mamibya, Zambiya, Güney Afrika Cumhuriyeti,  Mozambik,   Malawi ve Madagaskar’da beyaz adamın  (BEYAZ YAMYAMLARIN) İspanyol- Portekiz-İngiliz-Fransız-Alman-İtalyan’ların  işledikleri cinayetlerin,  kanını hiçbir şeyin  silemeyeceğidir.

AB. Avrupa birliği altında toplanan dünün vahşileri, bugün İNSAN HAKLARI Mahkemeleri kurarak kime ne hak dağıtabilecek vasıftadır.
Kendi insani borçlarını ödemeden, kendilerini yargılamadan, hak dağıtmanın ikna edici olamayacağıdır. 



İngiliz kraliçesinin  insan kanları ile yoğrulmuş yüzlerçe ton altınları ve mücevheratlarına bakarken yaptıkları  insanlık dramını göremiyorsa, Allah’ın huzurunda işinin çok zor olacağıdır.

Türk Milletinin Kıtanın altın boynuzu SOMALİ ‘den giriş yaptığı, İnsani yardım hareketinin, bütün kıt’a üzerinde”Bizim elimizde TOPUZ YOK, NUR var) diyen, zamanın aliminin sözleri doğrultusunda,  bir ışık dalgası gibi yayılarak, Türk-İslam ve Afrika ülkeleri kardeşlik ateşini yaktığıdır.
                                                                                                   


20 Mart 2013 Çarşamba

İSA'nın GEMİSİ

TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar                                                                             

İSA' nın GEMİSİ

Amerika'da Hak ve ÖZGÜRLÜK mücadelesinde bayraklaşmış liderlerden birisi de MALCOLM X tir. İnsanlık ve bilhassa AMERİKAN tarihinde SİYAHİ insanlara karşı BEYAZ insanların ! yaptığı zülüm ve işkencelere karşı mücadele etmiş olan Malcolm X en sonunda yine Beyaz Yamyamlar tarafından ŞEHİT EDİLMİŞTİR.

Geçmişi ve bu günü ile Amerika' ya baktığımızda, Mısır'daki FİRAVUN devrinin, Hz. Yusuf (A.S.) menkibesi ile bir çatışma noktasında olduğunu göstermektedir. Yüzyıllar boyu batının ellerindeki haçlarla girdikleri Afrika, Orta doğu,Uzak doğu ülkelerini Din adına nasıl sömürdükleri, katliamlar yaptıkları ortada iken, KÖLE TİCARETİ'ndeki kullandıkları yöntemlerin ne derece vahşi ve insanlık dışı olduğu da aşikardır.

Şimdi Malcolm X 'e kulak verelim ; Zülüm, yalan ve kan üzerine kurulan batı medeniyetlerin sömürüsüne maruz kalan ZENCİLER, nasıl kandırıldı ve Hristiyanlaştırıldı ? Menfaatleri uğruna her yola başvurmaktan çekinmeyen batılılar, o yolda dinlerini ve peygamberlerini nasıl âlet etti ?

"Hırsızlığın, şarhoşluğun,tecavuzun ve zinanın bulunmadığı, yüksek ahlâkın geçerli bulunduğu bir medeniyetten kopartılıp getirilen halkımız, karşılarında yeryüzünün en düşük ahlâklı ülkesini buldular. Fahişeler, câniler ve diğer suçlular tarafından yurt edinilip onlar tarafından yönetilen bu ülkede, kendi tabiatlarına uygun bir toplum meydana getirmeye çalışan halkımız, sonunda tahammül edemeyip isyan etti. Boğazımıza taktıkları zincirlerle bizi buraya getirenler ise, her seferinde hileye başvurdular. Speras'ın "Köle Ticareti"adlı kitabında bütün bunlar anlatılıyor. Burada belirtildiğine göre köle ticaretine ilk başlayanlardan biri, John Hawkins adlı bir İNGİLİZ'di. Onun gemisinin ismi de "İSA"idi. Yani bizi buraya getirmek ve burada tutmak için, "İSA" kullanıldı.

Halkımız buraya (Amerika) ya getirildiğinde, uğradıkları zulüm ve iskencelere isyan edip, geriye dönmek istemiş ve kendilerini getiren gemiyi gözlemeye başlamıştı. Kölelerin bu yüzden sık sık söyledikleri eski bir ilâhileri vardı.

"İSA'ya doğru koşalım, yurdumuza doğru koşalım. "                        

Bu ilâhideki İsa. Afrika kıtasından kölelerin getirildiği geminin adıydı. Eski köleler, bu gemiye tekrar binip  Afrikada'ki yurtlarına yeniden dönebilmenin hayâlini kurmaktaydılar.          (sapık Zenci düşmanı Klanglar)

Fakat büğün, beyni yıkanmış bazı zavallı zenciler veya gerçek köleler, kilise sıralarına oturup hâlâ "İsa'ya koşalım" ilâhisini söylemekteler. Bu ilâhiyi dilinden düşürmeyen zencileri şimdi alıp Afrika'ya götürmeye kalksanız, korkudan ölüp ölüp dirilirler. Bu da zihinlerinin nasıl bozulup karmakarışık hale getirildiğini çok iyi göstermektedir."

Üzerinde "güneş batmayan imparatorluk" un YÜZ KIZARTAN-VİCDAN SIZLATAN tarihi. . . Kraliçenin altınlarındaki nice masum insan kanı ve işlenen cinayetlerin lekesi var . . .

Bizim uzak ve yakın tarihimizdeki İngiliz HİLE ve ENTRİKA' larının ciltlere sığmadığıdır. . .


Dünya üzerinde milyonlarca insan, Bugün refah içindeki bu ülkelerin soygunlarıyla  yoksulluk ve açlıkla mücadele ederken,  550 milyar değerindeki altınları teftiş eden, İngiliz kraliçesi, Öldüğünde Allah'a nasıl hesap verecektir ?



19 Mart 2013 Salı

HER NEFES ALAN ALLAH'I ZİKREDİYOR

TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar                                                                      
HER NEFES ALIP VEREN ALLAH (C.C.) ZİKREDİYOR

“ALLAH “ BİR İSM-İ CÂMİ OLDUĞUNDAN ESMA-İ HÜSNA ADEDİNCE TEVHİDLER İÇİNDE BULUNUYOR.

Mâna itibariyle Allah (c.c.) ism-i şerifi, Ulûhiyete mahsus sıfatların tamamını içine alır. Cenab-ı Hakk’ın ESMA-İ HÜSNA dediğimiz güzel isimlerinden “ER RAHMAN” sadece MERHAMETİ,” EL KAHHAR” sadece kahrı veya “EL ÂLİM” sadece İlmi ifade ederken. Allah (C.C.) ism-i şerifi bunların ve diğer isimlerin tamamını ifade eder. Bu sebeple Allah (c.c.) ism-i şerifi, İsm-i ÂZAM’dır, ve “Ya ALLAH” diyen bir kimse, Cenab-ı Hakkı bütün isim ve sıfatlarıyla zikretmiş olur.

ALLAH (c.c.)ismini teşkil eden harfler birer birer kaldırılsa. Mana bozulmaz, yine Allah isminin başındaki elifi kaldırsak, (LİLLAHİ), Lillahi’nin başındaki (birinci) lâm kaldırılsa “HU” kelimesi ortaya çıkar ki, Kur’ân’ın çeşitli yerlerinde geçtiği gibi hepsi, ayrı ayrı ALLAH demektir.

Sarf ilminde beyan edildiği gibi, “HU” ism-i şerifinin aslı da, yalnız (He)’dir.ve Rabbimize delâlet eden bu “HE” harfi, göğüsten ve çiğerlerden gelen her nefes ile çıkmaktadır.

Bu itibarla teneffüs eden her canlı, her nefes alış verişte “Allah”demekte ve mecburi olarak O’nu, ALLAH (C.C.) anmaktadır.


18 Mart 2013 Pazartesi

ÇANAKKALE-ALDATILAN MÜSLÜMANLAR

TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar
                                                                                                             
ÇANAKKALE-Aldatılan Müslümanlar

Çanakkale kahramanlarından Gazi Mülazım Ahmet Halit Üngör'ün İngiliz ve Fransızların Çanakkale'de kandırarak cepheye sürdükleri Müslüman askerlere ait hatırattır. Bu hatırat Mülazım Ahmet Halit Üngör'ün oğlu Etem Rûhi Üngör tarafından verilmiştir.

Gün 15 Nisan 1915  Yer, Çanakkale Kumkale'de Fransız larca Karaya çıkartılan Müstemleke askerlerininde içinde olduğu birliklerin,  24 saat süren savaşına aittir. "Çanakkale'de çarpışıyorduk. Siperlerde bulunduğumuz sıralarda düşman tarafından bir askerin sıçrayarak bize doğru yaklaşmakta olduğunu gördük. Korkusuz bir delikanlıydı bu. Bizim erattan onu görenler arka arkaya ateş ediyor, fakat bu askerin bize yaklaşmasına engel olamıyorlardı. Düşmanımız, anlaşılan bize sokularak el bombası atacaktı. Hemen silahımı doğrultarak nişan aldım ve ateş ettim. Vurularak yere düştü ve bir müddet çırpındıktan sonra hareketsiz kaldı. Sürünerek yanına gittigimde ölmüş olduğunu gördüm. Fransız üniformalı, zenci bir askerdi bu. Üzerini yokladım, iç cebinde bir şişlik vardı. Elimi üniformasından içeri sokarak onu aldığımda, donakaldım. O değil de sanki  ben vurulmuştum. Elimde tuttuğum şey, sözde düşmanım olan o zencinin kanlarıyla ıslanmış bir KUR'AN-I KERİM'di.



Çanakkale de bir taraftan  İngilizlerin işgal ettikleri ülkelerden Osmanlıya karşı "Türkler Müslümanlıktan çıktı-Gavur oldu" propagandası ile saflarına dahil ettikleri Müstemleke askerlerini, Müslümanı, Müslümana a karşı kırdırtırken. Aynı İngilizler 2.Eylül.1898 de Süveyş Kanalının açılma tarihinde Sudan'da Umm Durman savaşında 25.800 asker, 44 top. 20 Maxim makineli tüfege sahip İngiliz General Kıtchener'in İngiliz-Mısır kuvveti 10 Gambot'un ek olarak sağladığı 36 top,24 Maxim Makinalı tüfeği desteğiyle 60.000 kişilik "Derviş" ordusunu yenerken Makineli tüfek üstünlüğünden, İngiliz ordusu 43 ölü,428 yaralıya karşı, Müslüman Derviş ordusu, 9.700 ölü. 16.000 yaralı ve 5.000 esir olmuştu. Bu savaşa Gazeteci teğmen olarak katılan genç Winston CHURCİLL, savaşın sonunda gönderdiği telgrafta "MEDENİYET SİLAHLARI KARŞISINDA 60 BİN VAHŞİ YOK OLDU" haberini veriyordu.

Amerika da Fare kapanı imalatçısı olan Yahudi  Hıram Maxim'in icadı olan MAKİNELİ TÜFEK ilk defa 2 eylül 1898 deki Umm Durman savaşında kullanıldı.

18.Mart .1915 Çanakkale HEZİMETİNE  rağmen, 8. Şubat 1919 da tek kurşun atmadan BOGAZLARDAN geçerek İstanbul'u işgal  eden,  Fransız Komutan Generel Franchet d'Esperay, Fatih Sultan Mehmed'i taklit ederek, Beyaz bir at üzerinde İstanbul'da yaptığı zafer yürüyüşünden 17 ay sonra, başka bir Fransız Generali Henri Gouraud, Suriyelileri yenerek. 23 Temmuz 1920 de Maylasun savaşından sonra Şam'a girmiş ve atını doğruca İslâm'ın en büyük savaşçılarından 1187 deki Küdüs Fatihi Selahaddin Eyyübi'nin türbesi önüne gelerek şöyle haykırmıştı. "İŞTE YİNE DÖNDÜK SELAHADDİN! ŞU ANDA BENİM BURADA BULUNUŞUM, HAÇ'IN HİLAL ÜZERİNDEKİ ZAFERİNİN BİR KUTSANIŞIDIR" (Bu General 1915 Gelibolu daki savaşlarda bulunmuş ve bir kolunu orada kaybetmiştir. )

Tarihin bize gösterdikleri, Haç ve Hilal savaşlarının dün olduğu gibi, bugün de değişik içimlerde devam ettiğini göstermektedir. Açık ve net olan ALLAH (C.C.) nin emirlerine, İslam'ın tek bir millet olma mecburiyetine rağmen, Irkçılığı ön plana alarak ayrımcılık yapanların mesuliyet altında olduklarıdır.