14 Mayıs 2015 Perşembe

ALLAH RESULÜNE AĞLATAN ...

TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar

ALLAH RESÛLUNU AĞLATAN

Allahü teâladan korkmalı, fakat Onun rahmetinden ümid kesilmemelidir. Ümit,korkudan çok olmalıdır. Bu halde yapılan  ibadetleri de zevkli olur. Gençlerde korkunun daha fazla olması, İhtiyarlarda recanın fazla olması gerekir. Kur’an-ı Kerim’in Zümer Suresinin 53 ayetinde,”ALLAH BÜTÜN GÜNAHLARI AFFEDER. O GAFURDUR, RAHİMDİR” buyrulmaktadır. Allah’ü Teala, Dâvud aleyhisselama şöyle buyurdu. “EY DAVUD GÜNAHKARLARI MÜJDELE, SIDDIKLARI DA KORKUT.”Davud aleyhisselam sordu : - Ya Rabbi, günahkarları nasıl müjdeleyip sıddıkları nasıl korkutayım ? – Ne kadar büyük olursa olsun, dilediğim takdirde her günahı affetme gücüne sahip olduğumu söyleyerek günahkârları müjdele. Amellerine mağrur olmamalarını söyleyerek sıddıkları da korkut. Zira ben bir kimseye adaletimi ve hesabımı tatbik edersem onun bende alacağı olmaz. “

Peygamber Efendimiz buyurdu ki : -Eğer mü’min işlenen günahlar karşılığında, Allah’ın nezdinde olan cezayı bilmiş olsaydı, hiçbir kimse Cennete girme arzusunu besleyemezdi. Eğer kâfir de Allahın indindeki rahmetin bolluğunu bilmiş olsaydı, O’nun rahmetinden hiçbir kimse ümit kesmezdi.

Bir defasında Hazreti Ömer, Peygamber efendimizin yanına gitmişti. Kendisini ağlar halde buldu. Sordu; Ağlamana  sebep nedir yâ Resûlallah ? Resûl Aleyhisselâm buyurdu : “Biraz önce Cebrail aleyhisselam gelerek, Allah’ın Müslüman olarak ihtiyarlamış birisine azâb etmekten hayâ etmekten utanır da, Müslüman olarak ihtiyarlık demlerine ermiş birisi, şânı yüce olan Allaha âsi olmaktan nasıl utanmaz”…

İhtiyarlık demlerine ermiş olanların bu şerefi bilmeleri, Allaha şükretmeleri, O’ndan ve yazıcı meleklerden utanmaları, günah işlemekten sakınmaları ve Allaha ibadet ve ta’at yoluna yönelmeleri gerekir. Çünkü ekinin hasat zamanı gelince artık beklenmez. Hemen biçilerek harman edilir. Aynı şekilde, gençlerin de Allahü tealadan korkmaları, günah işlemekten kaçınmaları ve Allaha ibadet ve taate yönelmeleri lazımdır. Zira hiçbir kimse, ecelinin ne zaman geleceğini bilemez. Gençliğinde Allahü tealaya taat ve ibadet yolunda bulunanlar bahtiyar ve mesut olurlar. Allahü teala gençliğini  kendisine itaat yolunda geçirenleri, yarın kıyamette Arş’ın altında gölgelendirir. Nitekim bu husus Hadis-i şeriflerde bildirilmiştir.

Kıyamet günü hiçbir gölgenin bulunmadığı ve ancak kendi himayesinin bulunduğu bir anda, şani yüce olan Allah yedi zümre insanı kendi Arş’ının gölgesinde gölgelendirir.

Birincisi, ÂDİL DEVLET REİSİDİR. İkincisi-ALLAH’A İBADET YOLUNDA OLAN GENÇTİR. Üçüncüsü-CAMİDEN ÇIKTIKTAN SONRA YİNE CAMİYE GİRECEĞİ ZAMANA KADAR KALBİ ORAYA BAĞLI KALAN KİŞİDİR. Dördüncüsü-BİRBİRLERİNİ ALLAH İÇİN SEVENLER. ALLAH İÇİN BİR ARAYA GELİP. ALLAH İÇİN AYRILANLARDIR. Beşincisi- TENHALARDA, ALLAH’Ü TALAYI ZİKREDEREK GÖZLERİNDEN YAŞ DÖKENLERDİR. Altıncısı – SADAKA VERENLER ve BUNU SAĞ ELİNİN VERDİĞİNİ SOL ELİ BİLMEYECEK ŞEKİLDE GİZLİ YAPANLARDIR. Yedincisi – NİKAHLISI OLMAYAN GÜZEL BİR KADIN KENDİSİNE TEKLİFTE BULUNDUĞU ZAMAN,” BEN ALLAHTAN KORKARIM” DİYEREK KADININ İSTEĞİNİ REDDEDENLER ve NEFSİNE HAKİM OLANLARDIR. “


GÖKTE AÇILAN KAPILAR

TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar

GÖKTE AÇILAN KAPILAR

Dürrül Mensur’da zikredildiğine göre, Kasım ibni Osman Cûi (r.a.) şöyle buyurdu. Bir kere Beytullah’ın etrafında tavaf ederken, “Ey Allahım, Bütün muhtaçların istediğini verdin de benim hacetimi hâlâ görmedin.” Sözüden başka bir şey söylemeyen bir adama rastladım.

Ona” Niçin bu sözden başka bir şey söylemiyorsun” diye sorduğumda.
O,”Bunu sana anlatayım” dedi ve şöyle devam etti. “Biz değişik memleketlerden toplanmış yedi arkadaştık, düşman topraklarına gazaya çıktık ve hepimiz birden esir düştük. Bizi boyunlarımızı vurmak için bir kenara ayırmışlardı ki, o sırada göklere baktığımda, bir de ne göreyim yedi kapı açılmış, her kapıda hurilerden bir cariye duruyor. İçimizden her biri öne çıkarılıp boynu vurulduğunda elinde mendil bulunan bir cariyenin yer yüzüne inip onu karşıladığını gördüm.

Tâki altı arkadaşımın boyunları vuruldu, sıra bana geldi, gökte de açık bir kapı ile bir cariye kaldı. Ben boynumun vurulması için öne çıkarıldığımda kâfir kumandanının yakınlarından biri, ondan beni kendisine bağışlamasını istedi. O da beni ona bağışlayarak öldürtmedi.

İşte zaman ben, semada beni  bekleyen cariyenin”Ey Mahrum ! neyi kaçırdığını biliyor musun?” dediğini duydum ve o arada gökteki kapı da kapanmıştı. İşte ey kardeşim ben kaçırdığım bu faziletten dolayı çok üzgünüm.

Kasım İbni Osman(r.a.) buyurmuştur ki. Ben bu kişiyi, o yedi kişinin en EFDALİ görüyorum, zira o onların göremediklerini görmüş ve büyük bir şevkle amele devam etsin diye bırakılmıştır.

Ruhul Beyan tefsirinde, zikredildiğine göre, kıyamet günü olduğunda, Allah’ü Tealâ meleklerine”Kullarımın en hayırlılarını bana davet edin buyurduklarında.


Allah’ü Tealâ, “Kanlarını mallarını ve canlarını benim yolumda cömertçe feda eden şehitlerdir.” Diye cevap verir. Böylece şehitler kılıçları boyunlarında oldukları halde Rabbul İzzet’in huzuruna varıp, Cennetteki meskenlerine girerler. 

HZ. İBRAHİM'in GÖRDÜKLERİ

TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar

HZ.İBRAHİM ‘in GÖRDÜKLERİ

Allah’ü Tealâ İbrahim Aleyhisselâm’a Azığını tedarik et ve yeryüzünü dolaş, acayip şeyler göreceksin.” Vahyi üzerine, İbrahim (A.S.) azığını aldı ve yeryüzünde yürümeye başladı. Gide gide, yolu bir deniz kenarında son buldu.

 Sahil’e vardığında, bir çobanın koyun otlattığını görür ona ; -Ey çocuk, yanında su veyahut süt var mıdır? Diye sorar. Çoban-Evet vardır, der. İbrahim Aleyhisselam – Bana bir yudum su ver, der. Çoban elindeki deynegi olduğu halde yürür, yakınında olan bir kaya ya varır. Ve dönerek-Ey sahra, sana İbrahim Halilüllah için söylüyorum, benim için bir su pınarı fışkırtmaz mısın? der ve asasını kayaya vurur. Kaya Allah’ın kudreti ilekaya yarılır ve su fışkırır. Oradan kabı ile su alıp, İbrahim Aleyhisselâm’a getirir. İbrahim (a.s.) suyu içer ve çobana hayret içinde bakıp kalır.

 Çoban ona,- Buna şaştın mı? Diye sorar. İbrahim Aleyhisselâm ,-Nasıl şaşmayayım ki, bunun gibisini hiç görmedim, der. Çoban; - Bana ulaştı ki, Allah’ü Teâlâ peygamberlerden birini kendisine dost edindi. Ben Allah’ü Tealâ dan o peygamberin hakkı için ne istedi isem verdi, der.

İbrahim (A.S.)Ey delikanlı, ben işte Allah’ın dost edindiği o peygamberim. Der. Delikanlı ; -Sen o Allah’ın dostu musun diye sorar. İbrahim Aleyhisselâm ; -Evet diye cevap verir. Bunun üzerine delikanlı şiddetli bir sesle, Allah diye bağırarak, olduğu yerde vefat eder. Sonra gökten bir ışık direği uzanarak delikanlıyı kaplar. İbrahim (A.S.) gök’mü onu yukarı kaldırdı, yoksa yer mi onu yuttu, bilemez.

Sonra yürür. Bir dağın başına çıkar. Bir de bakar ki, dağın başında kayadan oyulmuş küçük iki kapılı bir ev görür. İçeri girer. Kayadan oyulmuş karyola şekli verilmiş yer üzerinde ipeklerle döşenmiş ve yetmiş ipekli örtü içinde bir ölü olduğunu görür. Baş tarafında  “Ben Şeddad bin Ad’ım, Bin sene yaşadım, bin orduyu hezimete uğrattım. Bin kızla evlendim, bin erkek oğlum dünyaya geldi, direk gibi uzun İrem kavmini meydana getirdim. Ölümüm geldiğinde, en iyi ipekli elbiselerimi giydim. Yeryüzünün bütün hekimlerini memleketimde topladım. Onlar ölümü benden uzaklaştırmaya kadir olamadılar. Bana bakan, dünyaya aldanmasın. Ey insanlar, ölümü kendinize kolaylaştırın. Çünkü siz benim malik olduğumdan fazlasına malik değilsiniz. Benden daha çok yaşayamazsınız, Benim topladığımdan daha çok toplayamazsınız. Benim rızıklandığım eşlerden ve çocuklarımdan daha çok sizlere verilmez. Uyanın dünya şüphesiz aldatıcıdır. Ehliyle oyalayıcıdır” diye yazılmış olan taş üzerinde bir levha görür. Sonra İbrahim Aleyhisselâm o yerden dışarı çıkar.

Allah’ü Tealâ İbrahim Aleyhisselâm’a ,”Nasıl gördün ?” diye vahye der. İbrahim Aleyhisselâm; -Ey Allah’ım, acayip işler gördüm, der. Allah’ü Tealâ: - Ey İbrahim geriye dön. Çünkü benim acayip mahlûkatım gayet çoktur, onların hepsini görmeye gücün yetmez, buyurur. 

10 Mayıs 2015 Pazar

SULTAN' ın SUALLERİ

TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar

SULTAN’ın SUALLERİ . . .

İnsanlarının çoğunun yorgunluktan bitkin düştüğü, gözlerinin ağırlaşarak derin bir uykuya dalmış olduğu bir vakitte, kuşların, böceklerin ve suların dahi uyuduğu bir zaman diliminde, karanlığa bürünmüş şehrin, yüksek bir yerindeki sarayın bir odasından ışık dışarıya yansıyordu. Belli ki orada gözüne uyku tutmayan bir insan vardı. Yakından nazar edildiğinde, başı ellerinin arasında, gözleri yaşlı bir adam. Beynini kemiren sorulara cevap bulmaya çalışıyordu. Dualar ediyor. Yalvarıyordu…
Nasıl olduysa birer mızrak gibi aklına saplanan; -Ben gerçekten babam bildiğim adamın oğlu muyum .? –Cennete gidecek olanları cennetlik kılan sebep nedir? –Ben de cennete gidenlerden olabilecek miyim? Bu suallerin ağırlığı altında ezilen, ülkenin tahtında Sultan olarak oturan bu adam’ı  kim ikna edebilecek ti ?

Vakit çoktan gece yarısını geçmişti, Sultan’ın beynini kemiren bu suallerle sabah edebilecek takati da yoktu. Ani bir kararla diz çöküp dua halindeki seccadeden kalktı, Abdestini tazeledi. İki rekât namaz kıldı. Sonra odanın kapısında bekleyen nöbetçiye seslenerek, Vezirini çağırttı. O vezir, Sultanın sadece veziri değil, can yoldaşı, arkadaşı, dert ortağı, bütün müşküllerini paylaştığı biri idi. Vezir gecenin bu vaktinde Sultan’ın bu isteğinden tedirgin oldu, Korktu endişe ye düştü. Alelacele giyinip sultanın huzuruna çıktı. Sultan sanki vezirin geldiğini fark etmemiş gibiydi. Bir müddet sonra vezirine baktı tebessüm ederek, “Hazırlan çıkıp biraz dolaşalım dedi.” Vezir söyleneni hemen anlamıştı. Sultanın kendisi ile özel bir şeyler konuşmak istediğinde hep böyle yapardı. Tebdili kıyafet ederler. Bazen bir molla, bir tüccar kılığında şehri dolaşırlar, halkın arasına karışırlar, bir yandan da dertleşirlerdi.

Ne var ki vezir bu kez yanılıyordu. Sultan onu beklerken kafasındaki sualleri ona açmaktan vaz geçmişti, hiç kimseye anlatmayacaktı. Bunu hiç kimseye açmadan kalbinde taşırsa, cevapların ona bir şekilde geleceğine dair bir ilham vardı. Gecenin karanlığında vezirin elindeki fenerle ara sokaklara dalarak yürümeye başladılar. Tek tük karşılaştıkları insanların hallerini hatırlarını sorarak geziniyorlardı. Meydan daki büyük caminin önünden ilerleyerek mezarlığa uzanan yokuşa geldiklerinde, bir ses dikkatlerini çekti. Biraz daha yaklaşıp baktıklarında mezarlığın tam ortasında tepe gibi bir yerde birilerinin oturduklarını fark ettiler. Bu insanlar kimdi, ne yapıyorlardı. Merakları had safhaya varmıştı. Biraz daha yaklaştıklarında. Birkaç genç’in halka teşkil ederek oturduklarını, ay ışığında ellerindeki kitabı okuduklarını gördüler. Bu arada vezirin elindeki fener de sönmüştü. Usulca bu topluluğa yanaştılar, oturdular gençlerin kitap okumasını bitirmesini beklediler. Oradakiler, yeni gelenlere bakıp bir şeyler söyleyecekti ki, Sultan önce davranıp,-Hayırdır bu saatte burada ne yapıyorsunuz ? dedi. İçlerinden bıyıkları yeni terlemeye başlayanı, -Biz talebeyiz. Derslerimizi ezberliyoruz.- Neden evinizde, medresede değil de buradasınız peki? –Lambamızın yağı bitti, karanlıkta kaldık, Burada ay ışığında okuyabiliriz diye düşündük. Bu cevap üzerine Sultan. Bakışlarını gençlerden kaçırmaya çalışarak vezire işaret etti. Müsaade isteyip kalktılar. İkisinin de içi burkulmuştu. Saraya doğru hızlı adımlarla yürürlerken susmuşlardı. Her ikisi de bu gecenin hikmeti bu olsa gerek diye düşünüyorlardı.
Saraya vardıklarında, Sultan’ın ilk işi gençlerin lambalarına yıllarca yetecek kadar yağ hazırlatmak oldu. Vezir birkaç görevliyle birlikte hazırlanan yağ ve erzakları alarak mezarlığa doğru yola koyulup gözden kayboluncaya kadar Sultan sarayın penceresinden onları seyretti. Gençlerin hali hala aklından çıkmıyor, içi burkuluyordu. Birden bir gariplik ve mahzunluk üstüne çökmüş, Sultan ağlıyordu. Gözlerinden boşalan yaşlar yanaklarından ve sakallarını ıslatırken, hıçkırıkları artmış sanki içi boşalıvermişti. Günlerdir kafasına mızrak gibi saplanıp böğrünü yakan suallerin bu göz yaşları ile bir nevi yıkandığını his etti. Durulduğunda, Sultan’ın gönlü rahatlamış, ferahlamış, kendinde büyük bir yumuşama hissediyordu. Gidip yatağına uzandı, gözlerine günlerin uyku ağırlığı düştüğünde, yüzüne belli bir şekilde bir tebessüm şekli geldi, derin bir uykuya daldı.
O tatlı uykuda Sultan bir rüya gördü. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) tebessüm ederek kendisine sesleniyordu. “Ey filan oğlu falan, işte o öğrenilen ilim insanların cennete girmelerine vesiledir. İnsanlar da ilim ehline yaptıkları yardım sebebiyle gideceklerdir. O gençlere yaptığın yardım sayesinde sen de cennetliklerdensin.”
Uyandı. Dizlerinin üstüne çöküp ağlamaya başladı. Odaya canları mest eden bir koku sarmıştı. Rüyayı hatırlamaya çalıştı. Kâinatın efendisi gecesini şereflendirmiş, mübarek dudaklarından süzülen sözlerle sorularına cevap vermişti. “Ey filan oğlu, falan” derken Sultan’ın babasının ismini söylemiş. Böylece sultan gerçekten babasının kim olduğunu anlamıştı. Bu birinci sorunun cevabıydı. Sonra kimlerin cennetlik olduğunu, en son da kendi durumunun ne olacağını öğrenmişti. Sultana uyku uyutmayan, zihnini tırmalayan üç soru da kandilin ışığında aydınlanıvermişti.

Aynı gün. Her canlının uykuda olduğu o vakitte, Bir tek mezarlıktan, caminin önüne inen yolda, sırtlarında kandil yağı ve Sultan’ın gönderdiği erzak lgülümseyerek yürüyen birkaç genç uyanıktı. . .                          

İSLAM TERBİYESİ

TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar

İSLÂM TERBİYESİ

Hazreti Ömer devrinde, Halifenin takdirine mazhar olmuş Kadı Süreyh. Kendisine müracaat edenlere yalnızca fetva vermekle kalmıyor, İslâmi ve ahlaki terbiyelerden de bahis ederek irşatla bulunuyordu, Bir genç evlenmek istediğini,  öncelikle evleneceği kızın tahsilli olmasını arzu ettiğini , bu konuda kendisine bilgi vermesini ister.

Kadı Şüreyh bu gence, Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) nin “Müslüman’ın evi bir nevi Cennettir” dediğini, Müslüman’ın evinin Cennet olabilmesi için, o evdeki hane halkının bilhassa hanımın İslâm terbiyesi almış olması ile mümkün olacağını bildirdikten sonra, başından geçen şu hadiseyi anlatır.

“Gençliğimde, Beni Mahzun ismindeki topluluğun bulundugu Yörük çadırlarının önünden geçerken gördüğüm bir kıza talip oldum. Gerekli münasebetleri yaptırarak düğün yapıldı. Bu arada gönlüme bir pişmanlık hissi geldi. Bu kadın köylü kızıydı. Üstelik tahsili de yoktu. Ben ise tahsil görmüş, İlimle uğraşan birisi idim. Kendimi itham etmeye başladım. Ama, evliliğimizin daha ilk günlerinde bu köylü kızı bana, beni düşüncelerimden utandıracak şu konuşmayı yaptı.”

“Efendi ; Sen ilim ve irfanla meşgul ve meşhur olmuş bir alimsin, şöhret ve makamına münasip bir eş ile yuva kurman beklenirdi. Ben de yaylalarda gezen bir Yörük ağasının kızıydım. Bir Yörük çobanı ile hayatımı birleştirmem gerekirdi. Bunun ikisi de olmadı. Çünkü kader ikimiz hakkındaki hükmünü böyle icra etti. Şu anda bana düşen, seni mes ud edip bu evde senin iraden içinde olmamdır. Şimdi bana benim bilmediğim taraflarını anlat. Sevmediğin yemekleri, sevdiğin şeyleri bir bir söyle. Benim akrabalarımdan ziyaret için gelenlerin kaç günde bir gelmelerini. Senin akrabalarından ise, kimin gelip kimin gelmemesini istediğini. Ta ki gelmelerini istediğine gereken hürmet ve saygıyı göstereyim. İstemediklerine de suratımı asıp, ‘Kendisi evde yoktur’ diye münasip bir ifade ile içeri almayayım. “ Kadı Şüreyh bu anlayış ve ifadeler karşısında kafamdaki aykırı fikirlerden utandım. Dedi.

-Hanım  öyle şeyler söyledin ki eğer bunları tatbik edecek olursan beni bahtiyar edersin. Dedikten sonra ,”Dindar olmayan yakınlarımızdan hiçbirini istemiyorum! Gelmesinler. Dindar olanların içinde ise, senin tarafından olanların sık sık gelmelerini istemem, seyrek gelsinler, fakat şu ve bu yakınlarımızdan olmalarına rağmen gelmesinler. Çok dedik ocudurlar, hemen evimizin havasını değiştirirler.

Kadı Şüreyh bu minval üzere tam bir sene devam ettiklerini, bu tembihler doğrultusunda ev hayatlarında çok mes ud olduklarını ifade ettikten sonra ; Bir gün eve döndüğümde  başı kendisini tanıtmayacak şekilde örtünmüş bir kadının evde olduğunu gördüm. Eşime bu hanımın kim olduğunu sorduğumda, Annem dir deyince elini öptüm. Hürmet ve ikramda bulundum. Kayınvalidem bana; -Oğlum! Nasıl hanımından memnun musun? Diye sordu. Ben de, -Allah senden razı olsun, bu evde yalnız benim iradem hüküm sürmektedir. Şimdiye kadar hoşuma gitmeyen bir şeyle hiç karşılaşmadım. Kızının bir defa olsun BAŞINI AÇTIĞINI, NAMAZINI geçirdiğine şahit olmadım. . . “ dedim. Bu sefer gözünü, gözüme diken, kayınvaldem bana hiç unutmadığım şu pırlanta değerindeki sözleri söyledi.

-Oğlum; kızımdan elbette memnun olacaksın, çünkü ben onu CENNETTE BÜYÜTTÜM. Gerçi biz çadırlarda oturuyorduk ama, o deve yününden yapılmış çadırımız Resurullah’ın haber verdiği gibi Cennet çadırı idi. Orada Allah korkusu, Peygamber sevgisi ve din aşkından başka bir şey yoktu. Çadırımız sanki bir Kur’an dershanesi idi. Biz kızımıza İslâm terbiyesinden başka bir şey öğretmedik. Bir insanın mes’ud olması için İslam terbiyesinin kafi olduğunu inanıyorduk. Allah’a şükürler olsun inancımızın çok yerinde olduğunu şimdi bir daha görerek sevincimiz arttı. Bununla beraber sen hanımının üzerindeki otoriteni muhafaza etmeyi unutma. Şunu iyi bil ki, Kadınlar iki yerde çok şımarırlar, Biri ona olan sevgini yüzüne söylediğinde, diğeri de hayırlı bir çocuk dünyaya getirdiklerin de. “ dedi.

-İşte evladım, benim hayatıma ait bu hikâyeyi sana anlattım. Bir Yörük kızı idi ama, İslâm terbiyesi görmüştü. Aile saadeti ancak İslâm terbiyesi görmüş bir yaşayışlı oluyor. Ben kendimi bu konuda şanslı görüyorum. Evleneceksen öncelikle İslam terbiyesini birinci sıraya koy. Bu konuda Resurullah (S.A.V.) “Sen dindar olanı tercih et ki, evin hayırla dolsun” buyurmuşlardır talimatına uy….



Kaçırılan Kitap- BARNABA İİNCİLİ -l-


TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar

KAÇIRILAN KİTAP- BARNABA İNCİL'i   (1)                                          

Hırıstıyan alemindeki tarihsel İncil Spekilasyonu İKİ BİN yıldır devam ediyor. Asrımızı ilgilendirilen,  ABD. de askeri ateşe olarak görev yapan Pakistanlı General Abdurrahim'in . Amerika Kongresi Kütüphanesindeki BARNABA İncil'inin orijinallerinden gizlice çektiği mikrofilm'leri Pakistan’a kaçırarak, BEGUM AİSHA BAWANY VAKFI tarafından tercüme edilip kitap haline getirilerek İslâm âlemine 30 yılı aşkın bir zamandır duyruldu.

Bu konuda, gerek ülkemizde gerekse uluslar arası hareketlenmelerde, birçok olaylar cereyan etti. Kitapçı raflarında görülen Türkçe metinli BARNABA İNCİL'leri raflardan yok oldu. Ergenekon davalarına kadar giren sırlı işler ortaya çıktı. Davinci Şifresi ŞAŞIRTMACA kıtapları gibi kitaplar basıldı. kafalar karıştırılarak gözden kaçırıldı. Apokrifal-Barbanas'ın Sırrı-Gençliğin İmanını sorularla çaldılar gibi, kitaplarda konu ile ilgili anlatılar sayfalara döküldü.

İran Devlet yetkilileri, Barnabas İncili ile Hıristiyanlığın İFLAS edeceğini açıkladı. Ama biz de. . . 1983 yılında Mütevazi bir yayın olan ZAFER dergisinin "GERÇEĞE DOĞRU" ek Dergisinin 16 ve 19 sayfalarında yer alan konu ile ilgili Doç.Dr.M.Said Başaran tarafından kaleme alınan yazının bir daha tekrarının Uluslar arası bir izlenimde olan Bloğ sayfamda yayınlamayı bir görev bildim.
                                                      gazete fotografları 1208.jpg     gazete fotografları 1209.jpg

KAÇIRILAN KİTAP - İNCİL’İ BARNABA

Hz.İsa (A.S.) dan 300 yıl sonra İznik'te toplanan bir heyet, bazı İncillerle birlikte Barnaba İncil’ i'nin okunmasını da yasaklamakta ve özellikle bu İncil'i okuyanların şiddetle cezalandırılacağını ilân edilmekteydi. Acaba son derece müteassıp olan bir toplumda, İncil'in okunmasını neden yasaklanıyordu? ve üzerinde özellikle durulan Barnaba İncil i' nden bu kadar çekinilmesinin sebebi neydi ?

HIRISTIYAN dünyasının taassup bulutlarıyla gölgelendiği kara günlerde, her gücün üstünde kabul edilen ruhban sınıfı, mukaddes kitap İncil'i tahrif etmek için adeta büyük bir yarış
halindedir.

Her önüne gelen ayrı bir İncil yazmakta ve mukaddes kitap, şahsi fikirlere göre değişmektedir. Sayısı yüzleri bulan ve birbirinden farklı olan İncillere, her geçen gün bir yenisi katılır. Fakat, yazarının adı ile zikredilen bu İncillere her geçen gün bir yenisi katılır. Fakat yazarının adı ile zikredilen bu İncillerin sayısı o kadar çoğalır ki, tedbir almak kaçınılmaz hâle gelir. ve İznik'te toplanan bir heyet, uzun süren bir çalışma sonucunda o ana kadar yazılmış bulunan 396 sının okunmasını yasaklar.

Ancak bu İncillerden bir tanesi üzerinde özellikle durulur ve bunu okuyanların şiddetle cezalandırılıcağı ilân edilir.

M.S. 492 yılında, Papa olan 1. Celasyüs tarafından da yasaklanan bu İncil Havarilerin en eski talebelerinden biri olan Barnaba'ya aittir ve diğer İncillerde bulunmayan bir özelliğe sahip olduğu için yasaklar listesine alınmıştır.

Yasaklanan İnciller, büyük bir hızla toplattırılır. Bir kısmı ise, çok ağır olan cezalardan korkan halk tarafından imha edilir.

Ancak, bu arada dindar bir papaz, her şeyi göze alarak Barnaba İncil lerinden bir tanesini kaçırmaya muvaffak olur. Bu İncil daha sonra Viyana'daki İmparatorluk Kütüphanesi'ne ulaştırılarak İngilizceye çevrilir.

Fakat Kilise, Barnaba İncili'nin izini tekrar bulmuştur. Bir hafta içinde bu İncil'in bütün nüshaları, imha edilmek üzere toplatılır. Ancak kilisenin bütün gayretleri boşa gidecektir. Çünkü İncil imha edilirken 2 tanesi tekrar kaçırılır. Bunlardan biri Britanya Müzesi'ne , diğeri ise, Amerikan Kongresi Kütüphanesine gönderilir.

İnciller, gönderildikleri yerlerde her nedense askeri sır gibi büyük bir titizlikle saklanarak halka kapalı tutulur.

Bu sırrın ortaya çıkarılması ise, bir Müslüman General'e nasip olacaktır. Amerika Birleşik Devletleri'nde askeri ateşe olarak görev yapan Pakistanlı General Abdurrahim, bu İncil'in mikrofilmlerini gizlice çekerek Pakistan'a kaçırmaya muvaffak olur.

Mikrofilmler daha sonra Pakistan daki Begum Aisha Bawany Vakfı tarafından kitap haline getirilerek İslâm dünyasına kazandırılır.

Mikrofilmler banyo edilince, Barnaba İncili'nin geçirmiş olduğu bu büyük maceranın hikmeti anlaşılır. Çünkü bu İncil, Peygamber (A.S.M.) Efendimizin geleceğini çok öncesinden müjdelemekte ve kâinatın onun için yaratıldığını mübarek ismiyle zikrederek ilân etmektedir.


Devam edecek.

9 Mayıs 2015 Cumartesi

KAÇIRILAN KİTAP İNCİL'İ BARNABA


TEFEKKÜR
 
Dursen Özalemdar
 
KAÇIRILAN KİTAP İNCİL-İ BARNABA (2)

    

Batı dünyasının Asr-ı Saadet münafıklarına has olan bir inat ve gayretle bu İncili yok etmeye çalışması, gerçekten son derece ibret vericidir.

Barnaba İncil'i tahrif edilmiş olmasına rağmen, hakikatlerin bir kısmını muhafaza etmektedir.

Yazımızın bundan sonraki bölümlerini, Barnaba İncil'inden aynen alınan paragraflarla sürdürüyor ve Peygamber (A.S.M) Efendimizin hakkaniyetini, bir de bu eserden dinliyoruz.

Kitabın 44. sayfasında Hz. İsa (A.S) kendisinden sonra gelecek olan peygamberi havarilerine şöyle tarif etmektedir.

"Size söylüyorum, Allah'ın Resülü bütün mahlukata rahmettir. O, ahlayışlı ve tesellici,hikmetli ve kudretli, Allah aşkı ve korkusuyla dolu, dakik ve yumuşak ruhludur.  Rahmet ve yardımseverlik ruhu ile, adalet ve acıma hissi ile, nezaket ve sabır ruhu ile hareket eder. Cenab-ı Hak bütün yaratıklarına verdiğinin üç katını ona vermiştir. O, bu dünyaya geldiğinde saadet devridir. Buna inanınız. Bütün Peygamberlerin, Allah'ın onlara verdiği nübüvvet gözü ile gördügü gibi, ben de onu gördüm. O'nu görünce ruhum teselli ile doldu. "Ey Muhammed, Allah seninle beraber olsun ve beni senin ayakkabının bağı olmak şerefi ile şereflendirsin. Eğer ben bu muradıma erersem, Allah'ın mübarek bir kulu ve büyük bir peygamberi olacağım. ve Hz. İsa(A.S.) bunu söyledikten sonra Allah'a şükretti.

Hz.Peygamberden çok önceleri ona "Ey Muhammed" diye hitap ederek Peygamberliğini tasdik ile haber veren Hz.İsa (A.S.)ve Barnaba İncili O'nun en büyük peygamber olduğunun inkâr edilmez bir delilidir.

Yine aynı eserde Hz.İsa (A.S.)bir kadının "beklenen mesih sen değilmisin"sorusuna, şu cevabı vermektedir. -Ben yalnız İsrailoğullarına gönderilmiş bir kurtarıcı bir peygamberim.Lâkin benden sonra Allah tarafından bütün âleme Muhammed adında bir resûl gönderilecektir. (İncil'i Barnaba fasıl 96.cümle 8) demiştir. Barnaba İncili'nde, ne Hz.İSA (A.S.)ın ilâhlığından söz edilmekte, ne de onun çarmıha gerildiğinden bahsedilmemektedir.

Yine Barnaba İncili'nde Hz.İsa (A.S.)"Ben bütün yeryüzündeki kabilelerin beklediği mesih değilim" (İncil'i Barnaba fasıl 96. cümle 12) demiştir.

Yine Hz. İsa (A.S.9 Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bizzat mübaret ismini söyleyerek "Hz.Muhammed (S.A.V.) Arap yarımadasında zuhur edecek. Putları ve putlara tapanları te'dip edecektir." (İncil'i Barnaba fasıl 163. cümle 7 ) demektedir.

-"Ey muallim, dünyaya geleceğinden bahsettiğiniz o zat kimdir ? sualine, Hz.İsa (A.S.)  Muhammed Resulullah tır" (Yuhanna İncili XVI 13) cevabını vermiştir.

"Bununla beraber ben size hakikatı söylüyorum. Benim gitmem sizin için hayırlıdır. Çünkü gitmezsem tesellici size gelmez." (Yuhanna İncil'i  XVI  13)

Tahrif edilmiş, yâni kasıtlı olarak değiştirilmiş olan İncillerden ve Yuhanna İncilinden  alınan yukarıdaki ifadeler, bu mukaddes kitabın tahrif edilmeden önce Peygamber (A.S.M.) Efendimize ait delillerle dolu olduğunu isbat etmektedir. Evet Peygamberimizin (S.A.V.) hakkaniyetine bazen ay, bazen güneş şahadet etmiş, bazen ise taşlar ve ağaçlar delil olmuştur. Elbette Kur'an'ın haricindeki mukaddes kitaplar da O Zat'tan
(S.A.V.) bahsedecek ve bu gerçeği göstermek istemeyen  Kafir ve münafıklar, ne kadar tahrif ederlerse etsinler, o muhteşem hakikatleri gizleyemeyeceklerdir.


VELİ'nin NASİHATLARI

TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar

VELİ ‘ nin NASIHATLERİ          GAZETE FOTOGRAFLARI 509.jpg

Genç bir adam, seyahat halinde iken, bir şehre uğrar. “şehrinizde akıllı bir kimse yok mudur ki nasihat alayım” diye rastladığı birine sorar.
Biri ;”Şehrimizde ulu bir kişi var, o da kendini deliliğe vurmuş, şu sokakta çocuklarla oyun oynuyor.”dedi.
Genç adam, yürüyüp oraya vardı. Sopasına at gibi binmiş Veli’ye yaklaştı. “Ey sopaya at gibi binen atlı, bir an için atını bu tarafa sür.” Ve kendisine yaklaştı; “Ne söyleyeceksen çabuk söyle, atım çok serkeştir, pek huysuzdur. Çabuk ol ki seni tepmesin. Ne soracaksan açıkça sor.
 
Genç adam gönlündeki sırrı söyleyemedi. Ondan vaz geçip Veli’yi alaya aldı.

“Bu sokakta oturan kadınlardan birini almak istiyorum. Benim gibi bir adama hangisi lâyıktır.” Dedi.

Veli ;”Dünyada üç türlü kadın vardır, ikisi zahmet biri mihnetten ibarettir.” Biri daimi bir hazinedir onu alırsan tamamıyla senin olur. İkincisinin yarısı senin olur. Yarısı senden ayrı kalır. Üçüncüsü ise sana hiç mal olmaz.
 Hadi yürü, yolumdan çekil atım seni tepmesin. Yoksa bir düştün mü bir daha kalkamazsın.”dedi ve sopasını sürüp çocukların arasına katıldı.

Genç adam pek bir şey anlamamıştı, ona tekrar seslendi: “Gel de hiç olmazsa şunu güzelce bir anlat, bu bahsettiğin üç çeşit kadın kimlerdir? Bir anlat dedi.

Veli yine atını sürerek onun yanına geldi.”Eğer bakire alırsan tamamıyla senin olur, gamdan kurtulursun. Yarısı senin olan duldur. Fakat hiçbir zaman mal olmayacak olan kadın ise çocuğu olan kadındır. Eğer kadının ilk kocasından çocuğu olursa sevgisi de bütün hatıraları da oraya gider.”

 Dedikten sonra hay, huy edip sopasını sürerek çocukların yanına gidecekken adam tekrar seslenir.

Ey padişah bir sorum kaldı. Lütfen ona da cevap ver, ondan sonra git.” Dedi.

Veli gelerek: “Ne istiyorsun çabuk söyle “ dedi.
Adam: “Ey padişah bu kadar akla ve irfana sahip olduğun halde neden böyle yapıyor, kendini gizliyorsun ? Dedi.

Veli şöyle cevap verdi:

“Beni bu şehre kadı yapmak istediler, REDDETTİM. Fakat çare bulamadım, bu yüzden kendimi gizliyorum. Akıl ve İrfan bir HAZİNEDİR. Hazinenin yerini ise ancak deli olan gösterir.” Dedi. . .


Hz. Mevlana’nın Mesnevisindeki bu hikayenin günümüzdeki yansımaları, Hayatın gerçekleri ile halen yaşanmaktadır. Ne varki gizli velileri bu zamanda bulmanın, Gündüz elinde fenerle adam arayan Sinop’lu Diojen’in  de o günden bu güne yansıyan arayışının devam ettiğidir.