28 Şubat 2013 Perşembe

DERİN DÜŞÜNCE

TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar

DERİN DÜŞÜNCE

İnsanlar yaşadıkça, her insanın kendine has hikayeleri olmuştur. Birçoğunu yana yana getirdiğinizde, ana karakter olarak birbirine benzer hikayelerin varlığını görür, ayrıcalıklı olanı merakla ararsınız. Acaba var mıdır ? Köyden kasabaya, kasabadan şehre okuyarak terfi etmiş, birçok kimsenin, mayasına işlemiş köy hasretini, yayla özlemini dinler durursunuz. Kiminin ta o zamanlar deyip başladığı hayat hikayesinde, bu günkü eriştiği servet ve dünyalığa rağmen, Köyden şehre yolsuz yollarda, çamur içinde yalın ayak adımladığını söyler, sokak çeşmelerinde yıkadığı ayaklarına gözü gibi baktığı ayakkabılarını giyinişini anlatır, yoklugun ve yoksullugun manzaraları içindeki, bulunan mutluluğu anlatırken, Bu günkü zenginlik ve servete rağmen, bulunamayan geçmişteki mutluluğun, gizeminde takılıp kaldığını görürsünüz.

Dünle, bugüne baktığınızda, yer değiştiren kavramların, insanlar üzerindeki değişkenliğini görür, şaşarsınız. Dünün beyleri, paşalarının, Zengin ve Patronlarının yok olup gittiklerini, yerlerine o günün fakir ve yoksullarının yerleştiğini görürsünüz. Birçok örneğin yanısıra, Tüccarın yanında hamallık yapan adamın, Bu günkü patronlugunu bilemesseniz, hiçbir şey anlayamaz. Bu devri daimin, bir kader, hayatın bir cilvesi olarak yorumluyamazsınız.

Yüce Yaratan’ın, Bakara Suresinin 155. Ayetinde;” Ey müminler, (İtaatkari asi olandan ayırd etmek için) size biraz KORKU,Biraz AÇLIK, Birazda MALLARDAN – CANDAN ve MAHSÜLLERDEN yana EKSİLTME İLE AND OLSUN İMTİHAN EDECEĞİZ. Ey Habibim Şükredenlere (lutuf ve ihsanlarımı müjdele”. Beyanı ile, bizlerin tabi tutulacağı, sınavlar açıklanırken, ANKEBUT Suresinin 2. Ayetinde;” İnsanlar İNANDIK DEMEKLE SERBEST BIRAKILIP, İMTİHAN EDİLMEYECEKLERİNİ Mİ SANDILAR ? Beyan,i hayatın, varlık,yokluk noktalarındaki değişimlerinin kendine has bir olay olmadığını göstermektedir.

İnanan insanın bu noktadaki doğru olan duruşu, her hal içinde SABRETMEK-ŞÜKRETMEK-FİKRETMEK ve ZİKRETMEK’ olarak tavsiye edilirken. Hiç bir insanın HZ. Eyüp (A.S.) kadar ömre sahip olamıyacağı gibi, Mal sahibide olamayacağı, Onun gibi müsibetlere de muhatap olamayacağı anlatılır . Çocuklarının ölmesi,mallarının elinden gitmesi, sefalete düşmesi, hastalanması, vucudunun kurtlanması, kurtların kalbine kadar nufus etmesi, Şeytanın çeşitli hileler ile, Ailesini HZ. Rahime’yi İfsat etme girişimleri, hiç bir insanın yaşadığı bir hayat serüveni değildir. O nun sabrı ve İmanı, Tabi tutulduğu o ağır İMTİHANI kazanmasına sebebiyet verirken, yeniden bahşedilen gençliğe kavuşturulması, kaybettiklerininin geri verilmesi, hakikatını bize menkibeleriyle, Kur’an-I Kerim.Nisa 4/163. En’âm 6/84. El Enbiya 21/83. Sâd Suresi 38/41. Ayetlerinde bildirilirken, bir nevi BADEL BASUL MEVT (ölüp yeniden dirilme) örneğini vermekte. Birçok Peygamberin değişik biçimlerdeki hayat hikayeleri, imtihanların çeşitleriyle gösterilme hikmetini anlamanın, günümüz insanına yol gösterici olmaktadır.

27 Şubat 2013 Çarşamba

GÖREBİLME - BİLEBİLME

TEFEKKÜR

Dursen Özalemdar
GÖREBİLME –BİLEBİLME

 Alışkanlıklar hayat içinde gördüğümüz şeyler, bir alışkanlık haline gelmişse, hayat"ın bizden beklediği gerçek bakış açısını körletmiş oluruz. Böyle bir konuyu tahlil etmek, hayatın her noktasını, her anını, varlık ve yokluk noktasında ele alarak, irdelemek, neden, niçin, nasıl gibi sualleri cevaplayarak gerçeğe gitmeyi amaçlamaktır. Hepimizin belki de her gün gelip geçtiği, Samsun Cumhuriyet meydanı,veya dünya ülkelerinin her birinde, kümelenmiş güvercinler. Uçuyorlar, konuyorlar, serpilen yemleri yiyorlar, hiç kimseden korkmadan ayaklarınız arasında dolaşıyorlar, çocukların kovalamacasına, birkaç kanat vurup kaçarak oynaşıyorlar.

Her hali ile güzellik, Bir şeye dikkat ettiniz mi, Güvercinlerin üzerinde en ufak bir pislik yok. Tertemizler, sanki hepsi duşunu almış, taranmış, makyajını yapmış, alımlı ve çalımlı yürüyüşleri ile bizleri karşılıyorlar. Birbirlerine dalmıyorlar, büyük bir nizam içinde, trafik lambasına, ikaz levhalarına, kanun maddelerine, uygulayıcı memurlara, ihtiyaç göstermeden, yaşayışlarını sürdürüyorlar. Topluca yaptıkları uçuşlarda, havada dans eder gibi çizdikleri görüntüler bir harika iken, dam kenarlarına sıralanarak çıkarttıkları sesler ise başka bir âlem"e seslenişin görüntüleridir.

 Her konuda bize bilgi veren, bizi aydınlatan, Yüce kitabımız Kur"an-ı Kerim,

”Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi birer ÜMMET olmasınlar. Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmamışızdır. (bütün bu mahlûkat) sonra Rablerinin huzurunda toplanırlar. EN-AM SURESİ Ayet 38.

 Binlerce yıldır, insanla birlikte yaşayan birçok ehil hayvana rağmen, İnsan"ın, bu mahlûkatı kendi aklınca inceleyerek yaptığı araştırmalarla, Kendine çeşitli unvanlar verirken, hala bu hayvanların konuştuğu lisan"ı anlayamaması hangisinin acizliğini ortaya koymaktadır?

 Yine bize doğru yolu gösteren, Hak ve hakikati önümüze seren, ufkumuzu aydınlatan, Yüce kitabımız Kur"an-ı Kerim “l6- Süleyman, Davut"a varis oldu ve dedi ki * Ey insanlar! Bize kuşların dili öğretildi ve bize her şeyden bolca verildi, Doğrusu bu apaçık bir lütuftur. 17- Süleyman cinlerden, insanlardan ve kuşlardan meydana gelen ordusunu topladı. Hepsi (onun komutasında) topluca gidiyorlardı. 18- Sonunda karınca vadisine geldiklerinde bir karınca “Ey karıncalar yuvalarınıza girin, Süleyman"ın ordusu farkına varmadan sizi ezmesin” dedi. 19- Süleyman, onun bu sözüne gülümseyerek “Rabbim Bana ve ana ve babama verdiğin nimete şükürde, hoşnut olacağım işi yapmakta beni başarılı kıl. Rahmetinle, beni iyi kulların arasına koy” dedi. İla hir, NEML SURESİ .

Bu konuda Kitabımız Kur"an-ı Kerim de daha birçok ayet bulunmaktadır. Buradan anladığımız kadarı ile, Hayvanların" da ÜMMET ifadesi içinde belirtilmesi, Onlara karşı bizim insan olarak sorumluluk altına girdiğimiz manasındadır. Onların hakları ve hukuklarını ortaya çıkarır, İnsan kendisiyle alakalı hukuka ne kadar dikkat ediyor ve hassasiyet gösteriyorsa, Hayvan haklarına da o derece hassasiyet göstermek mecburiyetindedir. Aksi halde sorumluluktan kurtulmanın mümkün olmadığıdır.

Aldığımız bu bilgiler doğrultusunda, etrafımızdaki yaratıklara baktığımızda, BAKIŞ AÇIMIZIN değişmiş olması gerekmektedir. Kuşların ve diğer hayvanların kendilerine ait lisanları olduğu, Ümmet olmaları itibarı ile, Yaratıcılarına karşı vazifeleri bulunduğu, bunu ifa ettikleri anlaşılmaktadır. Şimdi meydanlardaki, etrafımızdaki kuşlarımıza daha başka bir gözle bakarak onların, temizliğinin, çalımlı yürüyüşlerinin, saçak kenarlarındaki duruşlarında çıkarttıkları seslerin manasını daha iyi anlıyoruz ve onları umursuyoruz, aldırış ediyoruz ve önemsiyoruz

25 Şubat 2013 Pazartesi

BİTİREMİYEN DÜNYA HIRSI

TEFEKKÜR Dursen Özalemdar BİTURULEMEYEN DÜNYA HIRSI Adam çok fakirdi,bir köyde yaşıyordu,her hangi bir geliri yok,muhtaciyeti had safhaya varmıştı.yerini yurdunu terk edip gurbete gitmeden başkaca çaresi kalmamıştı. Köyde para etmeyen birkaç dönümlük tarla, babadan kalma yıkık dökük bir ev den başkaca varlığı da yoktu. Ölümü talep ederek, ümitsizlik ve çaresizlik içinde çıkın haline getirdiği taşınabilir ihtiyaçları yanına alarak, yayan yola revan oldu. Vakit öğleni geçmiş, ikindiye yanaşıyordu. Karşıdan siyah bir at üzerinde, ak elbiseler giyinmiş Nurani yüzlü yaşlı bir zatın geldiğini gördü. Adet üzerine, yaya Ahmet, gelen yaşlı kişiye Selamün Aleyküm diye selam Verdi. At üstündeki adam, -Aleykümselam derken, atik bir hareketle attan indi. –Hayırdır arkadaş yolun nicedir dedi. Ahmet, - Bende bilmiyorum, Yoksullulktan ve hayattan bezdim, böylece yollara düştüm. Allah ya canımı alır. Ya da bana bir yol gösterir dedi. Yaşlı adam; Ben sana bir yüzük vereceğim, bunu cebinde taşıyacaksın, gittiğin köy veya kasabada caresiz bir hastaya rastlarsan ona git, ben hekimim de. Hastanın baş ucunda dur ve yüzügü parmağına tak. Ben görünürsem bu hasta sabaha çıkmaz de. Eğer görünmezsem, o hastaya ne tavsiye edersen et. O şifa bulacak ve yaşayacaktır. Bu işten para kazanır, Fakru zaruretten kurtulur, zengin de olursun. Amma, bu hastalık meselesi dışında sana da göründüğüm an bilmiş ol ki, sıra sana gelmiştir. Der ve kaybolur. Ahmet kendine verilen yüzügü itina ile cebine yerleştirirken ikindi vakti olmuş, bir pınar başında abdestini tazeliyerek namazını da eda etmiştir. Akşam karanlığı basmadan geceliyecek bir yer düşünürken, yolun onu bir köye getirdiğini görür. Köy girişinde bazı telaşlı kişilerin konuşmaları ve Ahmet’in oraya doğru gitmesi köylülerce merak uyandırır. Yaklaşıp selamlaştıklarında, telaşlı köylülerin ağır bir hastaları olduğu, ne kadar ilaç verdilerse fayda vermediği, bir care aradıkları sözleriyle karşılaşır. Ahmet kendisinin hekim oldugunu, arzu ederlerse hastalarına bakabileceğini söylemesi üzerine, köylüler sevinerek, hemen eve gidelim, ne olur babamıza bir bakıver., bir care diye ricada bulunup suratli bir şekilde eve giderler. Ahmet yaşlı zatın verdiği talimat üzerine hastanın baş ucuna giderek, cebindeki yüzügü parmağına geçirir, gelen giden yoktur. Hastanıza sıcak bir tarhana çorbası yapıp içirin, Sabaha kadar iyileşip ayağa kalkacaktır der. –Ahmet o gece orada konaklar. Kendisine izzet ve ikramla bulunulur. Yatak verilir, Sabah olunca hasta adam iyileşmiş ve ayağa kalkmıştır. Ahmet bu ilk hastası ile başarılı olmuş, yıllar yılı köy kasaba gezerek, hastaların ölecek veya yaşayacak haberini vererek servet üzerine servet eklemiştir. Bu arada evlenmiş, köyünde aldığı araziler ve yaptırdığı konak gibi evinde gezileri dışında, evinde 20 yılı aşkın mesut bir hayat yaşamıştır. Çocukları büyümüş, evlenecek çağa erişmiştir. Yıllar var ki Ahmet artık ayaklarını yerden kesen yağız atı ile seyahat ediyor. Suratine surat katarak daha da çok hasta ve para peşinde koşuyordu. Yine böyle bir gün, 20 yıl evvel yolda gördüğü o nurani zat önüne çıktı. Ahmet’e senin de vaktin geldi dedi. Ahmet irkildi , başından aşağıya soğuk sular döküldü. –Ama benim daha işim bitmedi ki dedi. Çocuklarımı evlendirecem, tarladaki ekini biçtirecem. Hastaları iyi edecem, gibi birçok mazeretler saymaya başladı. Gelen ise AZRAİL’di.-Sen 20 sene evvel hayattan vaz geçip, ölümü isterken sana, Rızık kapısı verildi. Dünyalığa doydun, Ölümü unuttun, İhtiyaçların gün be gün arttı. Hayatla bağlantın her gün yeni sebepler peydahlayarak çoğalıp gidiyor. Bunun tehiri yoktur. Zaman bitti. Söz yerine getirilecektir. der. Ahmet ise kurnazlık düşünerek –Bari iki rekat namaz kılacak kadar bir zaman bana ver der. Atında taşıdığı Kirba dan abdest alır. Kıbleye yönelir namaza durur, Aradan gereğinden uzun bir zaman geçmesine rağmen birinci rekattan sonraki ikinci rekati bir türlü bitirmek istemez. Aklına gelen ne kadar ayet varsa okummaya devam ederken, surenin birinde takılır okuyamaz, o anda da AZRAİL canını alır. Azrail ile Muhtaç adamın hikayesi böyle iken,günümüzde Dünya işini bitiremeden göçen nice insanların hikayeleri çiltlere sığmıyor. Kimi ah kimi vah diye gözleri açık dünyadan ayrılmak istemiyor. . .

HOCALI ERMENİ KATLİAMI 21 yıl

TEFEKKÜR Dursen Özalemdar CADI KAZANI HOCALI ERMENİ KATLİAMLARI İnsanlık, Tarihi ve tarihi kayıtları ile, İbret alınması gereken olaylarla doludur. Geçmişini bilmeyen milletlerin, gelecekleri olmayacağı hakikati her zaman önümüzdedir. 30 yılı aşkın bir zamandar ülkemizde yoğun bir şekilde ortaya çıkartılan PKK TERÖRİZMİ nin , UYUŞTURUCU TİCARETİ KADIN TİCARETİ-HER TÜRLÜ KAÇAKÇILIK-SİLAH KAÇAKÇILIĞI-SUİKAST-SABOTAJ –MASUM İNSANLARI ÖLDÜRME-KÜRT HALKLARI ÜZERİNE BASKI VE KATLİAM – BÖLGENİN KALKINMASINI ENGELLEMEK, olarak görülmektedir. Kökeninde ERMENi kimlikli kişilerin ÖNDERLİGİ nde oldugu görülen bu olaylar, Bir kandırmaca ile KÜRT haraketi olarak sunulmakta. Kürt halklarımız kandırılmaktadır. 1915 te, ERMENİ’ lerce 2 milyon MÜSLÜMAN’ın vahşi şekillerde öldürülmesinden, 1973-1984 yıllarında ERMENİLERCE katledilen 41 DİPLOMATIMIZDAN, yaralanan 100 lerce vatandaşımıza. 30 yılı aşkındır, Kürt kimliğindeki ERMENİ PKK. lıların katlettiği 30 bini aşkın vatandaşlarımızla ortada dır. Kardeş AZERBEYCAN’ın KARABAĞ bölgesindeki katliamlardan, 26.02.1992 de, HOCALI’ DA, 981 Azeri Türkü’nün KATLEDİLİŞİ 56 HAMİLE KADININ KARINLARININ YARILARAK ÖLDÜRÜLMESİ vahşeti karşısında sessiz duran KANI BOZUKLARIN seslerinin başka türlü çıktığıdır. İŞTE HOCALI KATLİAMI. . “Elleri bir ağaca arkadan bağlanan hamile bir kadının başına dikilmiş olan Ermeni, YAZI TURA atıyordu. Bu kanlı kumarı 100 yıl evvel Osmanlı topraklarında, Kars’ta, Ağrı’da, Van’da, Erzurum’da da ataları oynamıştı. Onlardan duymuşlardı. Karnı burnunda çaresiz bir Azeri kadının doğumu oldukça yakın görünüyordu. Çaresiz kadın’da bir yaprak gibi titriyordu. Elbiseleri yırtılmış, Şubat soğuğunda ayakları çıplaktı. Ermenilerin iri kıyımlı olanı elindeki AK-47 model Rus yapımı Otomatik tüfeğin namlusuna monte edilen seyyar kasaturayı çıkarırken, diğer Ermeni, elindeki demir parayı havaya attı. (Kız-mı, oğlan-mı) - Kız. Bu cevabı üzerine, oğlan diyerek bahse giren Ermeni, elindeki kasatura ile hamile kadının karnını bir hamle ile yarıp çocuğu çıkarttı. Kan bürümüş gözleri, bebeğin kasıklarına kilitlendi. (sen kazandın yoldaş) Ben kazandım ama bu bebek nasıl beslenecek. annesi besleyecek elbette. Bunun üzerine daha kısa boylu olan Ermeni, bir hamlede kasaturaya geçirdiği bebeği annesinin göğsüne yapıştırır. Çocuğa meme ver. . . Aynı dakikalarda Hocalı nın başka bir semtinde tek kale futbol maçı hazırlığı vardı. İki kesik Azeri kadın BAŞINI kale direği yapmışlar. Top arayışına girmişlerdi. Başı traslı bir çocuk getirdiklerinde, Ermeni çeteci sevinçle bağırdı. (Bu hem saçsız hem de küçük, iyi yuvarlanır. Aynı anda çocuğun gövdesi bir tarafa, başı da orta yere düşmüştü. Ermeniler zafer naraları atarak, kanlı postalları ile kesik çocuk başına vurarak, kanlı kadın başları ile işaretlenmiş kaleye gol atmaya çalışıyorlardı. Bu olay bundan tam yirmi bir yıl evvel, yaşandı. Rus ve Ermeni işbirliği ile gerçekleştirilen Hocalı katliamından, HABERİNİZ VAR mı? Türk’e ZEHİR KAN diyen HRANT’ DİNK için,”HEPİMİZ HIRANT’ız ERMENİYİZ diye Ülkemiz caddelerinde yürüyüş düzenleme ve haykırma cesareti gösterenlerin, Müslüman TÜRK’lerin katledilişlerine, gizlendikleri inlerinde kıs kıs gülerek, Hrant gibi FIRAT ismi alarak, PKK eylemleri içinde bulunmaları bizden olmadıklarının açık belgesi değil mi? Bu gün güneydoğuda, dünü bilmeyen bir nesil ‘in, PKK – ERMENİ işbirliği içine girerek VATANA İHANET etmeleri, Meclis içine kadar girebilmeleri, Bu milletten maaş almalarının izahının olmadığıdır. BU TABLOLAR tarihi anlatılmayan bir milletin KARA SAYFALARIDIR. . .

21 Şubat 2013 Perşembe

İBRETLİ OLAYLAR-TABUTTA Kİ KÖPEK BAŞI

TEFEKKÜR Dursen Özalemdar İBRETLİ OLAYLAR TABUTTA Kİ KÖPEK BAŞI

Bazı olaylar vardır ki insana garip gelir ! Kaleme aldığım bu anlatı’ da aynen onun gibi. “Yaşlı, güngörmüş Ahmet amca anlatıyordu ; Bir komşumuz vardı. Her ezan okunduğunda hiddetlenir it gibi uluyor diye söylenirdi. Bütün ömrü müslümanları hor görmek, ibadet edenleri de yermekle geçmişti. Gün oldu, bu adama da ecel vaki oldu. Adet üzere komşularla camiye taşıdık. Musallaya yerleştirdik. Vakit öğlendi. Vakit namazı kılındıktan sonar. Müezzin cenaze var namazı kılınacak duyurusunu yaptı. Musallanın önünde yerine alan İmam ve saf oluşturanlar ,namaz için İmamın tekbirini bekliyorduk. İmam “Er kişi niyetine dört tekbir cenaze namazına” deyip Allahu Ekber derken,Estağfurullah sesi işitildi. İmam burnunu tutuyor bir yandan da cebinden mendili çıkarıyordu. İmamın burnu kanamış, Abdest’i bozulmuştu. İmam geri çekilirken ikinci bir kişi imamet yerine geçti. O da aynını tekrarladı, Tekbir alırkan onun da burnundan kan boşaldı. O da saftan ayrıldı. Üçüncü bir kişi imam oldu. Onda da aynı olay yaşandı. . . Bu durum karşısında, bu işte bir iş var!  Şu tabutu bir açalım içinde ne var  bakalım diyen cemaat, Tabutun üstündeki örtüyü açıp, kapağı araladı. Kefen baş tarafından açılıp, ölünün yüzüne bakıldığında, KÖPEK başlı bir cesedle karşılaşıldı. Her kez hayret içinde şaşa kalırken, cenazenin yakın komşuları.”Bu adam her ezan okunduğunda İT ULUYOR diye söylenirdi. Allah layigini vermiş diye söylenerek cemaat dağılırken , cesedi taşıyacak kişi de pek kalmamıştı. . . “ Geçmişe dayalı anlatı böyle iken, Günümüzde şehrimizde bu küfrü işleyen, bazı sapıkların var olduğuda bilinmektedir. Basın camiasında, Cumhuriyet Gazetesinin yere,göge sığdırılamıyan çizeri Turhan Selçuk’un, ABDULCANBAZ tiplemesi ile ömürboyu söz ve cizim ile hakaret ettiği Müslümanlıkla 19. Nisan.2006 Çarşamba günü Cumhuriyet Gazetesinde yayınladığı, BAŞ ÖRTÜLÜ DOMUZ (karikatürünün onu nereye taşımış olduğu kararını sizlere bırakıyorum.

  TEK İLAHİ MESAJ KUR’AN-İ KERİM’in BAKARA SURESİNİN 65-66 Ayetlerinin… İçinizden Cumartesi yasağını çiğneyenleri, Bilirsiniz işte bundan dolayı Sefil MAYMUNLAR OLUN dedik. –Bu ibret dolu cezayı, şahit olanlara ve sonrakilere bir ders, korunacaklara da bir nasihat yaptık. ARAF Suresi 166 Ayeti ; -Kibirlerinden dolayı, kendilerine yasak kılınan şeylerden vazgeçmeyince onlara aşağılık MAYMUNLAR olun dedik. İlahi hükmü, bu olabirliği bize haber verirken,DARVİNCİ ve EVRİMCİ sapıklara, Küfre ve İsyana batanlara dünyada iken dahi bu İlahi cezanın örneklerini göstermekte, İnsanları ikaz etmektedir.

18 Şubat 2013 Pazartesi

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN'ın MEKTUBU

TEFEKKÜR Dursen Özalemdar KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN’ın MEKTUBU Kanuni sultan Süleyman’ın 1526 yılında, gençlik çağında kazanmış olduğu Mohaç Meydan Muharebesinde, Macar ordusunu arkadan çevirerek onu tamamen imha eden, Semendire Sancak Beyi Gazi Bâli Bey, Mohaç zaferinden yıllar sonra, kendisinde mevcut olan ve Sancak Beylerinin alâmeti bulunan iki tuğ’un üçe çıkarılmasını rica ederek, padişahtan bir tuğ daha istemiştir. Bu istek bir terfi ve ileri derecede rütbe isteğidir. Kanuni, Gazi Bâli bey’e verdiği cevap aradan 482 yıl geçmiş olmasına rağmen, günümüz idarecilerine yön gösterecek, nasihatleri içermektedir. “Yari ğarım ve muhterem lalam, Gazi Bâli Bey! Berhudar olasın, yüzün ak olsun. Bizden bir tuğ dahi arzu eylemişsin. Henüz bir tuğ zamanı değildir. Sana Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) in fetih tuğunu verdik. Bu ihsan üzerine iyilik olmaz. Bunun şükrünü bilip, yerine getiresin. Bilesin ki bey olmak iki kefeli terazidir. BİR KEFESİ CENNET, bir kefesi CEHENNEM’dir. Bir an adaletle hükmetmek, yetmiş yıllık ibadetten efdaldir. Ahireti hatırdan çıkarmayasın, Serasker olduğun yerlerde ve hükmünün geçtiği mahallerde kimseye zülüm ve düşmanlık etmekten şiddetle sakınasın. Ahrette bize itâb olunursa, senin yakana yapışırım. (Ol vilâyetleri kılıcımla fetheyledim) demiyesin. Memleket Allahü teâlâ hazretlerinindir. Sakınıp nefsine gurur getirmeyesin. Feth olunan kalelerin mal ve erzakını hep Beytü’l mal için almışsın. Buna rizâ-i hümayunum yoktur. Beşte birini alıp, geri kalanının İslâm askerine dağıtasın. İslâm askerlerinin ihtiyarlarını baba. Orta yaşlılarını kardeş ve gençlerini oğul bilesin. Babalara hürmet edesin. Oğullara şefkat gösteresin. İslâm askerine hiçbir vechile zorluk çektirmeyesin. Nimeti bol veresin. Eğer hazinen tükenirse, buraya bildiresin ki, sana bir iki bin kese göndermekten aczim yoktur. Halkın fakirlerini büyük vazifelerle rencide ettirmekten şiddetle kaçınasın ki, bizim halkımızı rahat görüp, küffar halkı imrensinler. Meyl ve muhabbetleri bizim tarafa olsun. Bir kimseyi hizmetinde kullandığım zaman da, sakın evvelki haline itimat etmeyesin, Çok kimseler vardır, elinde fırsat olmadığı zamanda zahitlik ve iyilik yüzü gösterip, eline fırsat geçtiği zaman, Firavun ve Nemrud olur. Ol kimseleri tecrübe edip göresin. Eğer evvelki hali son haline uygunsa hizmetinde kullanasın, Doğruluktan asla ayrılmayasın. İmdi, ey Gâzi Bâli Bey ! Sana dahi nasihatim odur ki; atın yüğrüğünü, kılıcın keskinini ve bey’in bahadırını saklayasın. Allahü Teâlâ Hazretleri, yolunu açık ve kılıcını keskin eyleye ve seni Küffâr-ı Hâksar üzerine mansur ve muzaffer eyleye…” 1495 yılında doğup 1566 yılında vefat eden, 46 yıl Hükümdarlık eden KANUNİ SULEYMAN HAN, 10. Osmanlı Sultanı ve 25. İSLAM HALİFESİ idi. Zaferden zaferlere koşan, İslam alimleri heyeti ile birlikte çıkarttığı kanunlar ile, Dünya devletlerince kabul edilen Kanuni, Şeriata uygun çıkarttırdığı Kanunnameler ile dünya Hukuk litaratüründe, ADALETİYLE ün yapmış bir SULTANDIR.

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN ve SÜLEYMANİYE

TEFEKKÜR Dursen Özalemdar KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN VE SÜLEYMANİYE Ateist bir kadın tarafından kaleme alınan, Muhteşem Yüzyil isimli TV. dizi film ile ekrana getirilen Kanuni Sultan Süleyman’In , tarihi gerçeklerden uzak, kendi kafalarına göre, yorumlayarak takdim edenlerin , Türk Milleti için, onur ve övünç vesilesi olan, atalarımızı, HAREM’ denen, MAHREMİYETİ dini ve milli kurallarla belirlenmiş gerçeklere rağmen, gelen-geçen hanı gibi gösterime sunmaları, elbetteki ARD’ niyetliligin göstergesi olmaktadır. SÜLEYMANİYE camii’nin yapılısı sırasındaki şu olay , bize o Muhteşem Süleyman’ın ,nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu göstermesi bakımından , hayatı içindeki birçok hikmetli olaylara bir örnek olması bakımından önemlidir. “Kanuni Sultan Süleyman, İslâm’a hizmet, gerek hayatında, gerekse vefatından sonra kendine ve nesline SEVAP kazandıracak bir İBADETHANE –KÜLLİYE yapmayı aklına koyar. Ancak bunu hangi şehirde ve nerede, şekli şemali ile ilgili günler,geceler kafa yorar. Muhteşem bir cami, etrafında medreseleri, aşhaneleri,Hamamı, talebe hücreleri, insani ihtiyaçları karşılayacak müesseseleri ile birlikte tam bir KÜLLİYE olmasını arzu eder. Bu fikir ve ruh hali ile, bir türlü karar veremezken, bir gece, Peyganberimiz HZ. Muhammed (SAV) rüyasına teşerrüf eder ve Kanuni Sultan Süleymanı elinden tutarak, bu günkü SÜLEYMANİYE camii’nin olduğu yere getirir. O yer üzerinde adım adım gezerek, Cami’nin buraya yapılacağı, Kıblesinin yönüne, Mihrabının yerini, Kubbelerine, Direklerine. Yüksekliğine her bilgiyi Peyganberimiz anlatır ve izah eder. İçindeki bu ibadethane yapma isteği ve bu KUTLU RÜYA ‘nın sevinçi ile sabah eden Kanuni Sultan Süleyman, zamanının Mimar Başısı Koca Sinan’I tezden çağırtarak ve Süleymaniye ye giderler, aynen rüyadaki gibi, o da Sinan’ın eline tutarak yapılacak Cami’nin alanını gezdirir. Caminin nereye yapılacağı, kiblesinin nasıl olacağı, şekli şemali ve minareleri bir bir anlatırken, aklından çıkan bazı ayrıntılar üzerine, Mimar Sinan şuda böyle olacak gibi ilaveler yapınca, Kanuni Hayretle sen bunları nerden biliyorsun ? der. O da ”Sultanım siz o gece rüyada PEYGANBERİMİZ Sallalahu Aleyhi Vesselem ile buraları gezerken bende sizin arkanızda idim” diyerek. İşin içindeki hikmet’I dile getirir.

ÖLÜP DİRİLEN PEYGAMBER HZ.ÜZEYİR -4-

TEFEKKÜR Dursen Özalemdar ÖLÜP DİRİLEN PEYGANBER (4) Üzeyr ‘aleyhisselâm) ın babası,Seruha Buhtu Nassar’ın işgal günlerinde Üzeyr (a.s.) dan başka kimsenin bilmediği bir yere Tevrat’I gömmüştü. Üzeyr (a.s.) onlara oraya götürerek, o yeri kazdırdı ve tevrat’I çıkardı. Kitabın yaprakları pörsümüz ve çürümeye yüz tutmuştu. Üzeyr (a.s.)bir agacın gölgesine oturdu. Beni İsraillilerde etrafına oturmuştu. O anda gökten iki şule (ateş gibi görünen nur) inerek ,Üzeyr (a.s.)’ ın ağzından içine girdiler. O da Tevrat’I hatırlıyarak, Beni İsrail e onu ezberden okuyarak yeniden yazılmasını sağladı. Bu olaylar üzerine yahudiler Uzeyr ‘a.s.) ‘a “Allahın oğludur” dediler. KÜFRE GİRDİLER. Uzeyr (a.s.) Tevrat’I onlara Hızkiyi (a.s.) ın memleketi olan Arz’I Sevat’ta yeniledi. Kendisinin yüz sene ölü olarak kaldığı memlekete de Sâber âbad denirdi. “İşte biz bu işi, seni insanlara (Beni İsrail’e) ibret kılalım için yaptık” kavli şerifinde buyurulduğu üzere bu mucize kıyamete kadar büyük bir ibret olarak kaldı. Şöyleki ,Uzeyr (a.s.) torunlarıyla beraber aynı mecliste oturuyordu, onlar ihtiyar kendisi ise gençti, çünkü öldüğünde kırk yaşında idi.Allah-u Tealâ onu öldüğü gündeki gibi genç olarak diriltti. (Dürrul Mensur 2/28-29) Nitekin, Ulu Rabbimiz öldükten sonra, dirilmekten süphe edenlere şu ayeti kerimesiyle en güzel şekilde ikna etmektedir. “Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmeden süphedeyseniz, (şunu bilin ki) şüphesiz biz, size topraktan, sonra nüfteden (meni denen az bir sudan), sonra pıhtılaşmış kandan, sonra hilkati belli belirsiz bir lokma et parçasından yarattık. Size ‘son derece gücümüzü) tam manasıyla açıklamak için (size hâlden hale, tavırdan tavıra naklettik) dilediğimizi rahimlerde belli bir zamana kadar yerleştiririz (bekletiriz), sonra size, bir bebek olarak (dünyaya)çıkarırız, sonra güçlü çağınıza uluşmanız için (size büyütürüz. Bu arada ) içinizden kimi vefat eder, içinizden kimi de ömrün en rezili (en verimsiz çağına reddedilir (döndürülür) tâki ilimden (her şeyi bildikten sonra bir şey bilme(z hale gel) sin. Sen yer yüzünü de kupkuru ve ölü bir hâlde görürsün; fakat biz üzerine suyu (yağmuru) indirdiğimizde o, kıpırdanır kabarır ve her güzel çift (çeşit) ten nice nebatlar bitirir.” “Çünkü Allah’(u-Tealâ) hakkın ta Kendisidir. O, ölüleri diriltir. Yine O,her şeye hakkıyla kadirdir. “Kendisinde hiç şüphe olmayan o saat (kıyamet vakti) de gelecek ve Allah( u Tealâ) kabirlerdeki kimseleri diriltip kaldıracaktır. ( Kur-an-I Kerim Haç suresi 5-7-) Buna benzer Peyganber tarihinde geçen çeşitli ilginç olayları sonraki yazılarımda sunmaya çalışacağım. Hayırlara vesile olur duasıyla. Hoşça alın.

OLÜP DİRİLEN PEYGANBER HZ.ÜZEYİR -3-

TEFEKKÜR Dursen Özalemdar ÖLÜP DİRİLEN PEYGANBER (3) Baktı ki, merkebinin kemikleri çürümüş ve dağılmıştı. O zaman melek, merkebin kemiklerine nida etti. Kemikler bu nidaya icabet ederek, her taraftan geldiler. O melek onları Üzeyr (a.s.) ın gözü önünde birleştirdi. Sonra onlara damarlar, sinirler giydirdi. Sonra et giydirdi, daha sonra da etin üzerinde deri ve tüy bitirdi. En sonunda da ona ruh üfledi, merkep başını ve kulaklarını semaya kaldırıp bağırarak ayağa kalktı. İşte Mevlâ Teala’nın ; “Merkebine bak! Biz, bunu, seni insanlara bir ibret kılalım için yaptık, kemiklere bak! Onları nasıl kaldırıyoruz, sonra onlara nasıl et giydiriyoruz.”kavli şerifi budur, yani merkebin kemiklerine bak ki, onları eklem yerlerinden birbirine nasıl birleştiriyoruz, sonra o kemikler etsiz merkep suretine dönüşünce, bak ki, onlara nasıl et giydiriyoruz. Bu apaçık zuhur edince:” Allah’ın ölüleri, diriltmek vesair herşeye hakkıyla gücü yetici olduğunu ben iyi biliyorum.” Dedi ve merkebine binerek mahallesine geldi. İnsanlar onu tanımadılar, o da insanları ve evlerini tanımadı, kendi anlayışına gore yürüdü, evine geldi, orada yüzyirmi yaşında kötürüm bir nineye rastladı ki, O onların cariyesiydi. O kadın, Üzeyr (A.S.) oradan ayrıldığında, yirmi yaşındaydı ve Üzeyr (a.s) I tanıyordu. Üzeyr (a.s.) ona “Ey falanca !Bu Üzeyr’in evi midir ?.” dedi. O da ; “ Evet,” dedi ve ağlayarak “şu kadar senedir Üzeyr’den bahseden bir kişi görmedim, bütün insanlar onu unuttu” dedi. O zaman Üzeyr (a.s.) “Şüphesiz ben Üzeyr’im” deyince, O da Süphanallah! Üzeyr’I yüz senedir kaybettik, bahsini bile duymadık.” Dedi. O da; “İşte ben Üzeyr ‘im, Allah-u Tealâ beni yüz sene ölü bıraktı, sonra diriltti.” Deyince, nine; “ Şüphesiz Üzeyr, duası kabul bir adamdı, hastalara ve belâ sahiplerine afiyet ve şifa için dua ederdi, öyleyse sen Allah-u Tealâ’ya dua et gözümü bana geri versin de, seni göreyim, eğer Üzeyr’sen seni tanırım,” dedi. Üzeyr (a.s.) Rabbine dua etti ve elini onun gözlerine sürdü, o anda gözleri sıhhat buldu (gördü) ve elinden tutarak: (Allah-u Tealâ’nın izniyle kalk” dedi. Allâh-u Tealâ da kötürüm olan ayaklarını yürüttü, o da sanki bağlardan kurtulmuş gibi sapa sağlam kalktı ve Üzeyr (a.s.) a bakınca: Ben şahitlik ederim ki, sen Üzeyr’sin. “ dedi. Böylece Beni İsrail’in mahallelerine gittiler. Onlar meclislerinde oturuyorlardı. Üzeyr (a.s.) ın oğlu 110yaşındaydı, torunları bile o mecliste, ihtiyar olarak oturuyorlardı. O nine onlara, nida ederek ; İşte bu, Üzeyr’dir, size geldi .“ dedi, Onlar kendisini yalanlayınca : “Ben sizin falan cariyenizim, O, Rabbine dua etti. Rabbi gözümü bana iade etti ve ayağımı yürüttü ve o, kendisini Allah’u Tealâ’nın yüz sene ölü bırakıp sonra dirittiğini söylüyor.” Dedi. O zaman, insanlar kalkıp ona iyice baktılar, oğlu; “Babamın iki omuzu arasında bir ben vardı,” diyerek omuzunu açtı ve Üzeyr (a.s.) olduğunu anladı. O zaman Beni İsrail : “Bildiğimize gore Üzeyr’den başka Tevrat’ın tamamını içimizde bilen yoktu. Buhtu Nassar Tevrat’ları tamamen yaktı, sen bize Tevrat’I yaz.” dediler. Devam edecek. . . .

17 Şubat 2013 Pazar

ÖLÜP DİRİLEN PEYGAMBER HZ.ÜZEYİR -2-

TEFEKKÜR Dursen Özalemdar ÖLÜP DİRİLEN PEYGAMBER (2) Peygamberler tarihinde , Hz. Musa (A.S.) dan sonra, 10 sırada yer alan ÜZEYİR Aleyhisselam, Hazreti Harun Peygamber soyundandır, Peygamber olup olmadığı,tartışmalıdır ! Kur’an-ı Kerim de adı geçen beni İsrail kavminde zuhur eden peygamberlerden biridir. Küdüs şehrinde yaşadığı, Ölüp-Dirilme konusundaki aklına gelen süphe üzerine, canının alındığı, 100 senelik bir zamandan sonra, yeniden diriltildiği mucizesi ile görülürken, bu husustan dolayı, Yahudilerin Hz. İsa’dan evvel, Üzeyir (a.s.) ma, Allah’ın oğlu iftirasını atarak, Mucize içindeki bir oluşumu, küfürlerine alet etmişlerdir. Üzeyir (a.s.) Küdüs şehrinde ikamet eden, varlıklı bir ailenin gençlerinden biri idi, Şehirdeki evlerinin yanı sıra, Şehir dışında tarla ve arazileri olan bir aileye mensuptu. Hikmet sahibi, salih bir kişiydi. Bir gün kendine ait araziye gitmişti.dönerken kuşluk vakti, kendisine bir hararet geldi. Merkebi üzerinde iken, harab bir yere girdi, merkebinen indi yanında birinde incir, diğerinde üzüm bulunan iki sepet vardı. O harabe yerin gölgesine yerleşti. Yanında bulunan tasını çıkarttı. Üzümlerden bir kısmını tasa sıktı, sonra heybesinde bulunan kuru bir ekmeği çıkartarak, o çanaktaki üzüm suyuna batırıp ıslatarak yemeye başladı. Bu arada arka üstü yatarak, ayaklarını yıkık duvara dayadı ve evin kısmen yıkılmış tavanlarına baktı. Tavanlar çökmüş, duvarlar yıkılmış,oturanların helak olmuş olduğunu, hatta çürümüş kemikleri görünce. . . “Ölümden sonra, Allah-u Tealâ buranın halkını nasıl diriltecek” dedi. Allah’ü Tealâ’nın onları dirilteceğinden süphe etmedi. Lâkin taaccüb ederek (şaşarak) böyle söyledi. O anda Allah’u Tealâ ölüm meleğini göndererek onun ruhunu aldı ve onu orada yüz sene ölü olarak bıraktı. Bu arada Beni İsrail’de birçok hadiseler zuhur etti. Küdüs Keldanilerin istilasına uğramış, Tevrat istilacılarca toplatılıp imha edilmişti. Ailesi Üzeyiri aramış, ancak ne dirisini, ne de ölüsünü bulamamışlardı. Yüz sene geçince, Allah’u Tealâ Üzeyir (a.s.) a bir melek göndererek evvelâ kalbini, sonra da Allah’u Tealâ’nın ölüleri nasıl dirilteceğini görerek anlayabilsin için, iki gözünü yarattı. Böylece bakıp gördüğü halde, diğer azalarını terkib etti. (birleştirdi) sonra kemiklerine et, deri ve tüy giydirdi. Daha sonra da onu ruh verdi. Kendisi bütün bu oluşumu görüp anlamaktaydı, böylece kalktı oturdu, O zaman melek ona “Ne kadar durdun” dedi. O da “Bir gün durdum” dedi. Çünkü o gündüzün evvelinde kuşluk vakti uyumuş, gündüzün sonunda da güneş batmadan diriltilmişti. Bundan dolayı, veyahut “Bir günden az bir gün tamamlanmadı” dedi, O zaman melek kendisine, “Hayır ! yüz sene durdun, yiyeceğine, içeceğine bak. O da kuru ekmekle, çanağa sıktığı üzüm suyuna bakınca, onların aynen durdugunu gördü. Ne üzüm suyu,ne de kuru ekmek hiç değişmemiş ve bozulmamıştı, İncir ve üzüm de tap taze duruyorlardı, hiç bozulmamışlardı. O sanki içinden bunu inkâr edecek oldu ki, melek kendisine:”Dediklerimi Kabul etmedinse, merkebine bak” dedi. Devamı yarın.

ÖLÜP DİRİLMEK-HZ. ÜZEYİR PEYGAMBER-1-

Özalemdar HAZRETİ ÜZEYİR PEYGAMBER (1) Hz. Süleyman Mescid-I Aksa’yı yaptırdıktan sonra Tevrat “On Emir” ve diğer emanetleri, “On emrin yazılı olduğu levhaların bulunduğu Tabut-u Sekineyi yani Kutsal ahit sandığı’nı “ bu mabedin bir odasına koydurtmuştu. Hz. Süleyman vefatından sonra Yahudiler iki devlete ayrıldı. 10 kabile İsrail devletini, 2 kabile de Yahuda devletini kurdu. İSRAİL DEVLETİ M.Ö. 721 de. Asuriler tarafından yıkıldı. M.Ö.586 da da, Babilliler Yahuda devletine son verdiler. Asuriler Babil’I işgal etti. 587 de. Asuri hükümdarı Buhtunnasar Küdüs’ü işgal ederek, taş üstünde taş bırakmadı. Her tarafı yakıp yıktı. Yahudiler’in bir çoğunu öldürdü. (Buhtunnasır Nebucco) Beytül Makdis’I yıktığı zaman bütün tevrat nushalarını imha etti. İsrailoğullarından Tevrat okuyanlarından ve bilginlerinden öldürdüğü 40.000 kişi arasında, Hz. Üzeyir ‘in baba ve dedesi de bulunuyordu. O sırada küçük bir çocuk olan Hz. Üzeyir yaşından dolayı öldürülmekten kurtuldu. Kendisinin Tevrat okuduğu isgalcilerce bilinmiyordu. İsrailoğullarından alınan esir çocuklarla birlikte o da Babil’e götürüldü. İranlılar tarafından sonradan yenilen Asuriler den kurtulan İsrail oglulları esirleri ,yurtlarına dönerek esaretten kurtulmuşlardı. Enteresan hayat hikayesi ile Yüce Kitabımız Kur’anı kerimin Tevbe SURESİ 30-31 Ayetlerin’de, El Bakara 79. Ayetinde. Al-i İmran 78 Ayetinde zikredilen Hz. Üzeyir (a.s.) Adıyaman ilimiz Sutepe yolu,Siver mezrası, Gerger köyünde, makamının bulunduğu ve Türbesinin de olduğu bilinmektedir. Ölmek ve dirilmek mucizesinin üzerinde tecelli ettiği, Üzeyir Peyganberin ilginç menkibesini tarihi bilgilerle birleştirerek vermeyi uygun gördüm. Not- Bu yazım da 4 makaleden oluşmaktadır.

UHDUD VAK'ASI Firavunun yaktırdığı 30 bin Mümin-4-

TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar                                                                                

UHDUD VAK’ASI (4)


13-Muhakkak ki O ancak O (bütün canlıları) baştan yaratır. (ölümlerinden) sonra (da dirilterek) geri döndürülür. 14-(Bütün ayıpları örten ve günahları çokca bağışlayan) Gafûr da, (kendisine itaat edenleri çokça seven) Vedûd de ancak O DUR!

15-Arş’ın sahibidir. (Zat’I ve sıfatları pek ulu olan bir) Mecid’dir.
 16-(Meydana gelmesini)dilemekte oldugu her şeyi hakkıyla yapıcıdır (ki murad ettiği hiçbir şeyin iradesi doğrultusunda gerçekleşmemesi düşünülemez)

17-(Habibim) O (peygamberlerinin aleyhine ittifak kuran azğın) orduların önemli haberi sana geldi değil mi ?

18-Firavun’un ve Semûd’un (gerçekten de sen inkarları yüzünden o kâfirlerin başına gelenleri bilmektesin!) 19-Doğrusu o (senin kavminden)inkâr etmiş olan kimseler (kendilerini azaba sürükleyecek)büyük bir yalanlama içerisindedirler. 20-Oysa Allah (onları)arkalarından kuşatıcıdır. (ki kuşatılan bir şey kendisini kuşatandan kurtulamıyacağı gibi, onlar da Allah-u Te’ala’nın ilim ve kudret dairesinden dışta kalamazlar ve onlara yapmak istediği şeyler hususunda O’nu aciz bırakamazlar) 21-Doğrusu o (inkar etmiş oldukları kitap) çok Şerefli bir Kur’an’dır! 22-(Şeytanların ulaşımından) korunmuş bir Levha’dadır!. (Kur’an-I Mecid ve Tefsirli Meal-I Alisi).

Kur’an Ayetlerinin tefsirini tek kaynak olarak yapan, Peyganberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) Peygamberlik mucizeleri olarak birçok olayı HADİS olarak ümmetine açıklamıştır. Bu olayla ilgili, Suheyb (Radiyalluhu anh) dan rivayet edilen konu, bizi bilgilendirirken ; Peygamberimiz Mekke fethinden sonra, bu konu ile ilgili, Sahabilerinden 4 kişiyi görevlendirerek, olayın vukua geldiği yere göndermiş ve olayda adı geçen Ömer’in olay yerinde gizli kalmış mezarını buldurtarak gün yüzüne çıkartmıştı.

Bu tarihi konu İslâm aleminde Ayet ve Hadisle kesin olarak bilinen bir olay olduğundan, 1990 lı yıllarda, Suudi Krallığı, bu bölgeden, Ziraatta kullanılmak amacı ile toprak alımını yasaklamıştır. Düne ve o günün inanan insanlarına bir bakış yaptığımızda, Böyle bir imtihanda Necran’da OTUZBİN müminin, dinden çıkmamak için, ateşe atılması tablosu görülmektedir, Günümüz insanın dan bu inanışı gösterebilecek, Şehrimiz de veya Ülkemizde kaç insanın çıkabileceği sorusu önümüze getirmektedir., İmtihanın çetinliği ile durumumuz mukayese edilmektedir. Hayırlara vesile olması temennisiy le.

UHDUD VAK'ASI - Firavunun yaktırdığı 30 bin Mümin -3-

TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar

UHDUD VAK’ASI (3)


Kadının bebegi dile gelip, “Anne sabret, sen hak üzerindesin “ demesi ve kadının FİRAVUNUN Rablık iddiasını ret etmesi üzerine ateşe atıldı. (Müslim Zühd l7. No 3005.4/2301. Tirmizi Tefsir 77 No.3340 5/437 Bunun üzerine, o sırada ateş yükselerek , yakılan müminleri özel localarında izleyen FİRAVUN ve avanesini kuşatarak hepsini helak etti. Bu olayda OTUZBİN müminin yakıldığı rivayet edilmektedir. KUR’AN-I KERİM - BURUÇ SURESİ Rahman ve Rahim olan Allah’ın ismiyle! 1-Burçlar (yüksek köşk gibi görünen on iki yıldız kümesi,gezegenler ve büyük yıldızlar) sahibi göğe yemin olsun 2-O söz verilen (kıyamet) gün (ün) e de. 3-O (gün)şahitlik yapacak olana da.(hakkında)şahitlik yapılacak olan a da (mahşer de) hazır bulunana da, (orada) görülecek olan (müthis ve ilginç olaylar) a da (andolsun ki) 4-Gebertilmiştir, /lânetlensin /halkı o hendeklerin; 5-O çok fazlaca yakılacak şeylere sahip (olup, içine atılan odunlar ve insanlarla dolu bulunan) ateşin (yakıcılar)ı: 6-Hani onlar onun etrafında oturucu kimselerdi. 7-Üstelik onlar müminlere yapmakta oldukları şeyi (hakkıyla icra ettiklerin) e dair (hükümdarın huzurunda birbirlerine) şahitlerdi. 8-O ( kâfirola)nlar bu (Müslüman) ların (hiçbir vasfını değil) ancak, O Aziz ve Hamid olan Allah’a (imanları) ( ndan ibaret en üstün vasıfları) nı beğenmemişlerdi. 9-O Zât ki, göklerin ve yerin mülkü sadece Kendisine aittir! Zaten Allah her şeye (hakkıyla şahitlik yapan bir) Şehid’dir. 10-O kimseler ki, inanan erkeklerle inanan kadınları (dinleri uğrunda, çeşitli eziyetlerle) sıkıntıya sokmuşlardı/YAKMIŞLARDIR/sonra da tevbe etmemişlerdir. Bu sebeple gerçekten de cehennem in türlü türlü) azab (lar) ı, özellikle onlar içindir.o çok yakıcı olan farklı bir) azap da sadece onlara aittir. 11-Süphesiz o kimseler ki; İman etmişlerdir ve salih amel işlemişlerdir.(ağaçlarının) altlarından surekli ırmaklar akmakta olan pek değerli cennetler sadece onlar içindir. İste sana! Ancak bu pek büyük kurtuluştur. 12-Gerçekten senin Rabbinin sertçe yakalaması elbette pek şiddetlidir. (SONU 4 bölümde)

16 Şubat 2013 Cumartesi

UHDUD VAK'ASI - Firavunun yaktığı 30 bin Mümin-2-

TEFEKKÜR
 
Dursen Özalemdar

UHDUD VAK’ASI (2)

yine Allah’a dua ederek açılmasını istiyebileceğini söyledi. Adam İMAN etti. Ömer dua etti ve gözleri açıldı. Bu şekilde bir müddet sonra, Firavun’un huzuruna gitti. Zunuvas, kör olduğunu bildiği yakınının gözlerinin açılmış olduğunu görünce sordu. Sana ne oldu dedi, O da Rabbim gözlerimi açtı dedi. O da senin benden başka Rabbin mi var ki dedi. O da seninde benim de Rabbi tek olan ALLAH’tır dedi. Firavun Zunuvas bu yakınını hemen tutuklattı, İskence yaptırarak Ömer’i öğrendi, Askerlerine Ömer’in derhal tutuklanıp huzuruna getirilmesini emretti. Askerler Ömer’ide elleri kolları bağlı olarak huzura getirdiler. Ona aynı sualleri etti. O da aynı cevapları verdi ve iskence edilince Ömer şehir dışındaki ihtiyarı söyledi. Onu da askerler yakalayıp getirdiler, Gözleri açılan yakınına ve Alime, Dinlerinden dönmeleri için Firavun baskı yaptı,her ikisi de Kabul etmeyince, Demir testere ile ikisini de parçalattırdı. Ömer’e aynı teklifi yaptı, Ömer Kabul etmeyince, Askerlerine bunu şehrin yakınında bulunan bir tarafı sarp uçurum olan dağa çıkarttırıp oradan aşağı atılmasını emretti, bu olaylar cereyan ederken halk ta haberdar olmuş olanları merakla izliyorlardı. Ömer’I askerler dağa çıkardılar, uçuruma yakın bir yere gelince Ömer,Allah’a dua etti. Dağda deprem olur gibi sallanarak, üzerindeki askerlerin hepsini uçurumdan aşağıya fırlattı. Ömer’e bir şey olmamış elleri kolları açılmış bir vaziyette yine Firavun’un tarafına gitti ve senin ve askerlerinin gücüne karşı ALLAH bana kafi gelir dedi. Bu sefer Firavun, yine emrederek, Ömer’in yeniden bağlatarak, Sahilde ki gemiye bindirilerek açık denizde suya atılarak öldürülmesini emretti. Askerler emre uyup ömer’i gemiye bindirdiler. Karadan epey açılılıp, Ömer’i denize atma hazırlığı sırasında geminin olduğu yerde büyük bir fırtına ortaya çıktı, gemi ceviz kabugu gibi savurup ters dönerek içindekilerle birlikte battı. Ancak Ömer su üzerinden yürüyerek yine Firavun’un yanına geldi ve senin ve askerlerinin gücüne karşı, ALLAH BANA KAFİDİR dedi. Olanlara şaşıp kalan FİRAVUN sen sihirbaz veya büyücümüsün diye Ömer’e sordu, O da hiçbirisi olmadığını, yalnızca ALLAH’a inandığını ve onun bütün güçlere karşı KAFİ geldiğini söyledi ve sen ne yaparsan yap beni öldüremezsin dedi. Ancak, bütün şehir ahalisini toplarsan, beni hurma dalı ile bağlarsan ve Ömer’in Rabbi ismiyle diyerek bana ok atarsan, ancak öldürebilirsin dedi. Firavun hemen tellarlar çıkartırarak, şehir ahalisini bir meydana toplattı ve Ömerin’in dediği gibi söz söyleyerek ok attı ve onu Şehid etti. Bu durumu gören halk, Ömer’in Rabbi’ne iman etti. Bu duruma çok sinirlenen FİRAVUN ZUNUVAS, sokak başlarına büyük hendekler kazdırdı. Bir yerde köprü gibi bir yer bıraktırdı. Kendisi ve avanesine de olayı seyretmek için özel oturma yerleri hazırlattı, çukurları yağlanmış kütüklerle doldurtup, ateşe vererek büyük bir ateş yığını yaptırdı. Şehrin ahalisini sıraya dizdirerek, bu köprüye sevk etti ve köprüdeki görevliler, FİRUVUN ZUNUVAS’ amı yoksa ÖMER’in RABBİ’ ne mi İMAN ediyorsunuz diye soruyor. ZUNUVAS diyen geçiyor , Ömer’in Rabbine diyeni ateşe atıyorlardı. Bu arada bebeği kucağında genç bir kadının sırası geldiğinde, kadının çocuğuna açıyarak, onu kurtarmak için yalan da olsa ZUNUVAS demeyi aklından geçirirken, Bebeğin dillenerek,” sakın ha anne, o ateş bizim için daha hayırlıdır,” demesiyle kadının ateşe atılması, mucizeler içinde başka bir mucizenin ortaya çıkışını yaşatıyordu. (Devamı yarın)

UHDUD VAK' ASI - firavunun yaktığı 30 bin Mümin -1-

TEFEKKÜR -Dursen Özalemdar
                                                                                              

UHDUD VAK’ASI (1)

Tarihteki ibretli olaylardan bir tanesi de UHDUD VAK’ASI dır. Geçmişte oldugu gibi insanlık tarihinin her devrinde, Müminlerin imtihanında değişik mekan ve zamanlar da görülmesine rağmen, İmtihan sırrının değişik biçimlerdeki tecellisi görülmektedir. Elbette ki geçmişe ait olsa da, ibret alınacak tablolar oluşturması yönünden bu olayı dile getirmenin kaçınılmazlığıdır. Peyganberimiz (SAV) den 200 yıl evvel, Yemen topraklarına hakim olan, Himyerlilerin son krali, ZUNUVAS çok sevdiği babasının heykellerini yaptırdı. Kendini de FİRAVUN ilan etti. Tanrılık iddiasında bulundu, Diğer bütün din ve inanışları yasak etti. Necranda yaşayan Hiristiyanlar baskı ve zülümler karşısında dinlerini yaşayamaz hale gelip, Firavun’un heykellerine tapma mecburiyetinde kalmışlar, Hristiyanlığı yaşama ve fikrini beyan etme iskence ve cezalandırılmaya tabi tutulmuştu. Kitaplar yasaklanmış, bu konuda direnenler öldürülmüş, dinlerini yaşamak isteyenler ise başka dıyarlara göç etmişlerdi. Bu zülümden kaçarak şehrin dışında, metruk bir yerde gizlenmiş alim bir ihtiyar vardı. Dinlerinde sebat eden, mazlum müminleri Kur’an da “UHDUD” olarak anlatılan Çukurlara atarak yakılma olayını,Yüce Kitabımız Kur’an-I Kerim, BURUÇ Suresi 4-12 ayetlerinde bildirmektedir. ZURNUVAS isimli kendini FİRAVUN ilan eden ülkenin Kralı , Büyücüsünün çok yaşlanmış olmasından ötürü, Sihir işini öğrenmesi için, akrabasından Ömer isminde genç bir delikanlıyı onun yanına göndertti. Genç büyücünün yanına gidip gelirken, şehir dışında kimsenin olmadığı bir yerde, bir külübeye uğradı. Burada yaşlı, Tevhid dinine inanan bir alim oturuyordu. Delikanlı bu zatın anlatımlarına merak sardı. Büyücüyü ihmal etti. Öğretilerden aldığı dersler ile, Ömer terakki etti. Bir gün alimin yanından ayrılıp şehre giderken, yolda insanların birikmiş olduğunu gördü, merakla oraya yöneldi. Bir canavarın yolu kestiğini yolcuların bu sebeble ileri gidemediklerini öğrendi. Aklına bir fikir geldi, kendini sınamak istedi. Acaba Saraydaki sihirbazın öğretileri mi, yoksa vaaz inı dinlediği alimin dedikleri mi doğru diye, eline bir taş alarak, İhtiyar alimin Rabbi nin hakkı için diye taşı canavara fırlattı. Taş tam isabet etti, Canavar yere serildi ve öldü. Millet Ömer’I hayranlıkla tebrik etti. Ömer ise, Bu işi ne kendisinin ne de attığı el kadar taşın başarmasının mümkün olmadığını, Ancak İhtiyar alimin öğretilerindeki ALLAH’ın işi olduğunu söyledi. Geri dönerek olayı Alime anlattı. Alim sen artık kemale erdin, Şehre git, Allah adını vererek hastaları iyileştir, körleri tedavi et ve Allah’I anlat, ancak beni sakın kimseye söyleme diye tenbih etti. Ömer şehre gitti. Duyulan yoldaki hadise halk içinde yayılmış, Herkez Ömer’I tebrik ediyordu. Ömer ise, bu işin, HER ŞEYİ YARATAN VAR EDEN,TASARRUF EDEN ALLAH’ın GÜCÜDÜR diyerek , kendini tanrı ilan etmiş olan ZUNUVAS’a karşı yeni bir anlatımla ortaya çıkıyordu. Ömer bu şekilde Necran şehrinde, insan topluluklarına vaazlar veriyor. Hastaları Allah’a iman etmeleri şartı ile DUA ederek iyileştiriyor, namı her gün yayılıyordu. Firavun’un yakınlarından gözleri kör olan, varlıklı biri, bunu duyunca birçok kıymetle hediyeler ile, Ömer’in bulunduğu yere yanındaki yardımcıları ile gelerek, hediyeleri takdim etti ve gözlerini açma ricasında bulundu. Ömer’ ise hediye Kabul edemiyeceğini, ama fakirlere dağıtabileceğini, gözlerini ise, kendisinin değil Ancak ALLAH’ a iman etme şartı ile. . . ,(devamı yarın)

14 Şubat 2013 Perşembe

ÖLÇÜLER ve İŞLER-ŞEYTANIN HİLELERİ -11-

TEFEKKÜR         Dursen  Özalemdar
ÖLÇÜLER ve İŞLER  (11)
ŞEYTANIN HİLELERİ
Şeytan’ın İnsanları yoldan çıkartmak için, Cennetten kovulduktan sonra, Allah (CC) den talep ederek aldığı, aşağıda sıralanan nimetlerin, Allah’ın koyduğu kurallar ‘la bazılarının kullanılabilmesi meşru iken, Haram olarak belirlenenlerinin de Şeytan’ın ifsat malzemesi olarak görüldüğüdür.
 1-Kıymetli MADENLER.
 2-MÜCEVHERATLAR.
 3-YAĞI YEMEKLER.
 4-TATLI YEMEKLER.
 5-ŞARAPLAR.
 6-ÇALĞI ALETLERİ.
 7-KADIN ve GÜZELLİĞİ.
Bu gün değer olan görülen, Altın, Gümüş ‘ün Mücevherat’ın insan’ı cezp etmesi, Meşru dairede Zenginliğin Zekât ve infak ibadetlerini yerine getirebilme yönünden caiz görüldüğü, gibi,  İnfak edenler sınıfına müjdeler veren, Kur-an’ı Kerimin “Vaki’a suresinin 10-Üçüncüsü de İmanda ileri gidenlerdir. 11-İşte onlar Allah’a yakın olanlardır.12-Naim Cennetlerindedir ler.” Ayetleri Müminlere müjdeci olurken, İnanmayanlar İçi’nde Şeytan’ın yoldan çıkarma aracı olmaktadır.

Yağlı ve Tatlı yemeklerin, bugün tıp litaratüründe, İnsan sağlığını tehdit ettiği gerçeği karşısında, Şehveti artırıcı, İbadeti engelleyici, insana ağırlık ve uyku verici nitelikleri ile de Şeytan’ın aracı halini almaktadır.

ŞARAP, olarak ismen verilen, insan aklını ve şuurunu bozan, İslam’ın en önemli yasakları içinde olan İÇKİ ve benzeri şeylerin, ŞEYTAN’ın İnsanları yoldan çıkarmak için,
kullandığı en müessir malzeme olduğudur.

ÇALGI ALETLERİ;  Her ne şekli ile olursa olsun, Dinin yasakladığı Çalğı aletleri,  bugün değişik şekillerle insanımıza sunulmasına rağmen, genel karakter itibarı ile, İBADETİ engelleyen  yollar olarak görülmekte, uygulanış biçimi ve ortaya çıkan  şekli ile,İslam’a uymayan görüntüler ile görüldügüdür.  

 YAĞLI VE TATLI YEMEKLER-İÇKİ SOFRALARI ve ÇALĞI ALETLERİ birleşimi ve ilaveten. . .

KADIN ve GÜZELLİĞİNİN değişik biçimlerde kullanıldığı malzeme haline getirildiği, İnsanlık tarihi boyunca başrollerde görülmüştür ve değişik biçim ve şartlar da, Allah ve Resulunun Şeriatı dışındaki tasarrufların,  Şeytan’a uyanlar tarafına oluşturmuştur.   

İŞLERİMİZ;
Bu bilgiler ve ölçüler dâhilinde, RAHMANİ ve ŞEYTANİ, iki taraf olarak görülürken, tercihlerimizin ve AMELLERİMİZİN CENNETLİK ve CEHENNEMLİK olarak bizi kimliklendireceğini bilmemizin kaçınılmazlığıdır.

İnsan’ın baş düşmanı, Şeytan’ı yaptıkları ve yapabilecekleri ile bilmemizin, o na karşı tedbir almak yönünden zaruri oldugudur. İnsan için, bir YOL HARİTASI hükmündeki bu yazı dizimizin, Faydalara ve hayırlara vesile olması dileğiyle. Hoşça kalınız.    





ÖLÇÜLER ve İŞLER-ŞEYTANIN HİLELERİ-10-

TEFEKKÜR                   Dursen   Özalemdar
ÖLÇÜLER ve İŞLERİMİZ  (10)
ŞEYTANIN HİLELERİ
Ruhlar âleminden, Rahmi Mader’e (Ana Rahmine) gelen, buradaki 9 ay 10 günlük hayatından, Dünya hayatına gelen İnsan, kendine takdir edilen ömür içinde, İMTİHAN edilerek, Kabir hayatından sonra, ebedi bir yaşayışın olacağı, AHİRET hayatına geçerek, beş çeşidi bulacak hayatın değişik liklerini , EBEDİ OLACAK BİR YAŞAYIŞTA OLACAĞIDIR.
İnsan’a Peygamberler ve Kitapları vasıtası ile, İYİYİ-KÖTÜYÜ-GÜZELİ-ÇİRKİNİ  -HELAL’ ı -HARAM’I- DÜNYA HAYATINI-HAK ve HUKUK’ u-ADALET’İ- AHRET HAYATINA CENNET ve CEHENNEM’İ-  en ince ayrıntılarına kadar anlatan Yüce ALLAH (c.c.),bir tarafta iyilikler ve ŞEYTAN denen mahluk’un temsil ettiği KÖTÜLÜKLER ile, İMTİHAN  etmektedir.
Muhittin-i Arabi (HZ) nin, “Seceret’ül Kevn “ adlı eserinden alınmış bulunan Şeytanın Hile’lerini  İbn-i Abbas (r.a.) Hz. İnden naklen Muaz bin Cebel ‘in rivayeti olarak kayda geçen, Peygamberimiz (SAV)  in ashabıyla toplandıkları bir evdeki konuşmasını dokuz bölüm olarak verirken, Kadim tarih içinde, Şeytanın Cennet’ten kovulması zamanına ait, Hz. MEVLANA’NIN  MESNEVİ adlı eserinden  konumuzla ilgili bölümün ‘de yazımıza alma mecburiyetimizdir.
ŞEHVET, soy üretmek için olmasaydı, HZ. ÂDEM utancından kendisini hadım ederdi. Lanetli İblis (Şeytan) (Allah’ın huzurundan kovulunca ve kendisine kıyamete kadar mühlet verilince) Allah’a; “Ey herkesin rızkını veren! İnsanları avlayabilmek için bana kuvvetli bir tuzak lazım dedi.
Allah, ona ALTIN-GÜMÜŞ ve AT SÜRÜSÜNÜ gösterip “İnsanları bunlarla avlayabilirsin dedi.
İblis,”Güzel, ama. . . “ diyerek, suratını ekşitti. Sıkılmış turunç gibi dudaklarını sarkıttı.
Cenab-ı Hak, o geberesiceye, güzel MADEN lerden MÜCEVHERLER armağan etti.  “Ey lanetli” dedi. “Şu tuzağı da al”
İblis, dedi ki. “Ey güzel yardımcı, daha fazlasını ver” YAĞLI ve TATLI yemeklerle, değerli ŞARAPLAR ve türlü, türlü İPEK ELBİSELER verdi. İblis dedi ki “ Ya Rabbi, yardım et, bundan fazlasını isterim, ver de insanları örülü hurma lifiyle adamakıllı bağlayayım. Senin muhabbetinle mest olmuş ve cesur kimseler, benim o bağlarımı erkekçesine kırar koparırlar. Bana öyle heva ve heves tuzaklarıyla ipler ver ki, senin hakiki kullarını, adam olmayanlardan ayırt etsin. Ey yücelik tahtının Sultanı! Öyle bir tuzak ki, insanı baş aşağı devirecek kadar şiddetli ve aldatıcı olsun.
Allah, ŞARAP ve ÇALGI’YI getirip önüne koydu. İblis bunları görünce hafifçe güldü. Neşelendi, Allah’ın İdlal-i ezelisi( delalete düşüren oluşu) tarafına iltica etti ve “Fitne denizinin dibinden toz kopar” diye yalvardı. Allah (CC) erkeklerin aklını ve sabrını alan KADIN GÜZELLİĞİNİ iblis’e gösterince, İblis memnun oldu. Parmaklarını şıkır tarak oynamaya başladı. “hemen ver, işte şimdi muradıma kavuştum dedi. İblis; Aklı, fikri kararsız hale getiren kadınların o mahmur gözlerini, gönlü çörek otu gibi yakıp kavuran yanaklarındaki güzelliği görünce, kadınların yüzünü, benini, kaşını, akik gibi dudaklarını seyredince, ince bir perde arkasından Hakk’ın Cemali parladı sandı. İblis kadınlardaki o cilve ve edayı görünce incecik bir perdeden Hak tecelli ediyormuş zannetti ve yerinden sıçradı.      (devamı var)



13 Şubat 2013 Çarşamba

ÖLÇÜLER ve İŞLER ŞEYTANIN HİLELERİ -4-

TEFEKKÜR   
Dursen  Özalemdar
ÖLÇÜLER ve İŞLERİMİZ    (4)
ŞEYTANIN HİLELERİ
Hayat denilen zaman dilimi içinde, İMTİHANA tabi olan Adem çocukları, Allah(CC), ın emir ve yasaklarını, gönderdiği Peygamberler vasıtası ile öğrenirken, imtihanın diğer tarafında yer alan Şeytan’a tabi olarak işlenen fiilleri “GÜNAH” diye isimlendirmiştir.
Kaldığımız yerden devamla, İblis anlatmaya devam etti ; Ya MUHAMMED, baş olma sevgisi yine büyük günahların en büyükleri arasındadır.Benim yetmiş bin tane çocuğum var, bunların her birini bir başka yere tayin etmişimdir, sonra . . . o her çocuğumla birlikte yine yetmiş bin tane şeytan vardır. Onların bir kısmını ÜLEMAYA gönderdim. Bir kısmını GENÇLERE yolladım. Bir kısmını da MEŞAHIYA saldım. Bir kısmını da İHTİYAR KADINLARA musallat ettim. Gençlere gelinde aramızda hiçbir anlaşmamazlık yoktur. Onlarla gayet iyi geçiniriz. Çocuklara gelince, onlarla da bizimkiler istedikleri gibi birlikte oynarlar. Bizimkilerin bır kısmını da AĞABEYLERİN başına dert ettim. Bir kısmını da ZAHİTLERİN, Onlar bunların yanına girer, halden hale sokarlar. Bir tepe den öbürüne. . . hep dolaştırıp dururlar. Öyle bir hal alırlar ki başlarlar sebeplerden herhangi birine sövmeye, işte böylece onlardan ihlası alırım. Onlar bu haller ile yaptıkları ibadeti  ihlassız yaparlar, ama bu hallerinin farkında olamazlar. İhlâs bundan sonra aldattığı bir rahibin hikâyesini anlatmaya geçti ve şöyle dedi. Bilmezmişsin ya Muhammed. Rahip BARSİSA , tam yetmiş yıl ihlâs ile Allah’a ibadet etti. Bu ibadetleri sonunda ona öyle bir hal ihsan edilmişti ki, HER DUA ETTİĞİ HASTA DUASI BEREKETİ İLE ŞİFA BULUYORDU. Onun peşine takıldım, hiç bırakmadım. Zina etti. Katil oldu. Sonunda da küfre girdi. Bu o kimsedir ki Allah’u Teala aziz kitabında onu şöyle anlatır. “. . . Şeytanın hali gibidir ki, o insana Kâfir ol. . . dedi . Vaktaki o kafir oldu. . bu defa ona şöyle dedi. Ben senden uzağım. Ben âlemlerin Rabbi olan ALLAH’tan korkarım (59/16)
İblis bundan sonra bazı kötü huylar üzerinde durdu  ve onların her birinden nasıl istifade ettiğini anlattı ;
YALAN ; Bilmez misin Ya Muhammed, yalan bendendir ve ilk yalanı söyleyen de benim. Her kim yalan söylerse. . . o benim dostumdur. Her kim yalan yere yemin ederse. . . o da benim sevgilimdir. Bilmez misin ya Muhammed, ben Âdem’e ve Havva’ya yalan yere Allah adına and içtim. “ Muhakkak ben size nasihat oluyorum .(17/16)” dedim. Bunu yaparım çünkü yalan yere yemin gönlümün eğlencesidir.
GIYBET VE KOĞUCULUK ;  Gıybet ve Koğuculuga gelince . . . onlarda benim meyvelerim ve şenliğimdir.
(devamı var)

12 Şubat 2013 Salı

ÖLÇÜLER ve İŞLER ŞEYTANIN HİLELERİ -2-

TEFEKKÜR                  Dursen  Özalemdar
ÖLÇÜLER ve İŞLER       (2)
ŞEYTANIN HİLELERİ
Onları nasıl aldattığını bir bir söyleyeceksin. Sonra o sana ne sorarsa doğrusunu söyleyeceksin. Sonra Allah-u Teala buyurdu ki. – Söylediklerine yalan katarsan, doğruyu söylemezsen seni kül ederim. Rüzgâra savurur düşmanlarının önünde seni rüsvay ederim. İşte böyle ya Muhammed, o emir üzerine sana geldim. Arzu ettiğini bana sor. Şayet bana sorduklarına doğru cevap vermezsem düşmanlarım benimle eğlenecek, şu muhakkak ki, benim için düşmanlarımın eğlencesi olmaktan daha zor bir şey yoktur.
Bundan sonra, Resurullah (sav) Efendimiz şöyle sordu – Madem ki, sözlerinde doğru olacaksın, o halde bana anlat; Halk arasında en çok sevmediğin kimdir? Şeytan şu cevabı verdi; -SENSİN ya Muhammed, Allah’ın yarattıkları arasında senden daha çok sevmediğim kimse yoktur. Sonra senin gibi kim olabilir ki ?
 Resurullah (sav) Efendimiz sordu. Benden sonra en çok kimlere buguzlusun ve sevmezsin. Şeytan anlattı, MUTTAKİ BİR GENÇE’ ki varlığını ALLAH YOLUNA VERMİŞTİR.
 Bundan sonra, sual cevap aşağıdaki şekilde devam etti. Resurullah (sav) Efendimiz sordu şeytan anlattı. – Sonra kimi sevmezsin? KENDİSİNİ SABIRLI BİLDİĞİM, ŞÜPHELİ İŞLERDEN SAKINAN ÂLİMİ.
Sonra? TEMİZLİK İŞİNDE YIKADIĞI YERLERİ ÜÇ DEFA YIKAMAYI ADET EDEN KİMSEYİ.
 Sonra? –SABIRLI OLAN FAKİRİ ki, ihtiyacını kimseye anlatmaz. Halinden şikâyet etmez, Peki bu fakirin sabırlı olduğunu nerden bilirsin. – Ya Muhammed, ihtiyacını kendi gibi birine açmaz. Her kim ihtiyacını kendi gibi birine üç gün üst üste anlatırsa. Allah onu sabredenlerden yazmaz. Sabırlı kimsenin işi buna benzemez. Hasılı onun sabrını halinden, tavrından ve şikayet etmeyişinden anlarım.
 Sonra kim? ŞÜKREDEN ZENGİN. –Peki ,ama zenginin şükreden olduğunu nasıl anlarsın? Onu görürsem ki, aldığını helal yoldan alıyor ve mahallinde harcıyor, bilirim ki şükreden bir zengindir.
Resurullah (sav) Efendimiz bu defa mevzuu değiştirdi ve şeytan’a başka bir sual sordu. Peki ümmetim NAMAZA kalkınca senin halin nice olur? Şeytan Ya Muhammed beni sıtma tutar, Titrerim,-Neden böyle olursun ya lâin ? –çünkü bir kul, Allah için secde edince bir derece yükselir
. –Peki ya ORUÇ tuttukları zaman nasıl olursun. –O zaman da bağlanırım. Ta onlar İFTAR edinceye kadar.
 –Peki ya HAÇ yaptıkları zaman nasıl olursun? O zaman da çıldırırım.
(devamı var)




11 Şubat 2013 Pazartesi

ÖLÇÜLER ve İŞLER- ŞEYTANIN HİLELERİ -1-

TEFEKKÜR                                                                   Dursen  Özalemdar
ÖLÇÜLER  ve İŞLER

ŞEYTANIN HİLELERİ
İnsan başıboş değildir. Yaratılışı ve dünya hayatına gelişi ile, mükellefiyeti başlamış, Allah (C.C.) tarafından kendisine bahşedilen hayat denen zaman sayacı kendine göre ileriye işlerken, kader’in saati geri geri saymaya başlamıştır. Tebliğ olmadan imtihanın olmadığı Allah (c.c) nın adaleti, gönderdiği Peygamberler  ve Kitaplar ile görülürken, Son Peygamber  Hz.Muhammed  (SAV)  ve  Kitabı Kur’an-ı Kerim le hükümler ortaya konmuş, bu Şeriat, imtihanın esasları olmuştur.
Yaşanılan dünya üzerinde, İnsan, Melek, Cin ve Şeytan dörtlüsünün ikameti ve görevleri tek, tek sayılırken mevcudiyetleri, kabiliyetleri, güç ve iradeleri de tasnif olunmuştur. Toprak tan yaratılan insan, Nurdan yaratılan Melek, Ateşten yaratılan Cin ve Şeytan taifelerinin, 7 milyar insan baz alındığında 10 katı , 70 milyar  CİN’IN, 700 Milyar  ŞEYTAN ’in, 7 Trilyon MELEK’İN  bulunduğu ortam içinde yaşadığımız gerçeğinin kabul edilmesidir.
Bu hesaba göre bir insana 100 şeytanın MUSALLAT olduğu, onu İFSAT etmek için, yapmadığı hilenin kalmadığıdır.
İnsan’ın en önemli konularından birinin de, yaratıcısını bildikten sonra, kendine düşman olan ŞEYTAN’ın taktik ve hareket tarzını bilmesidir. Bu konuda bize en net bilgileri veren, İbn-i Abbas (r.a) HZ. den naklen, Muaz b. Cebel rivayet ediyor.
Bir gün Resurullah (sav) ile beraberdik. Ensardan birinin evinde toplanmıştık. Tam bir cemaat olmuş sohbete dalmıştık. Bir ara dışarıdan bir ses geldi. –Ev sahibi, içeri dekiler, eve girmem için bana izin verirmisiniz ? benim sizden bir dileğim var. Bunun üzerine her kes Resurullah (sav) efendimizin yüzüne bakmaya başladı. Orda ve her zaman büyük oydu. İzin ondan çıkacaktı. Resurullah (sav) efendimiz duruma vakıf oldu ve, Bu sesin sahibi kimdir bilir misiniz buyurdu. Biz hep birden “ en iyi bilen Allah (c.c.) ve Resulüdür” dedik. Bunun üzerine Resurullah (sav)Efendimiz, O lain iblistir, Şeytandır, Allah (cc) nın laneti üzerine olsun, Buyurunca Hz. Ömer,-Ya Resurullah bana izin ver onu öldüreyim dedi. Resurullah (SAV) izin vermedi. –ona belli bir vakte kadar mühlet verilmiştir. Öldürmeyi aklından çıkar, dedikten sonra şöyle buyurdu. Kapıyı ona açın, gelsin, O buraya gelmek için Allah (cc) den emir almıştır. Diyeceklerini anlamaya çalışın, size anlatacaklarını iyice dinleyiniz.
Bundan sonrasını Ravi’den dinleyelim; Kapıyı ona açtılar, İçeri girdi ve bize göründü. Bir de baktık ki, şekli şu:
Bir ihtiyar, şaşı, aynı zamanda köse. Çenesinde altı veya yedi kıl sallanıyor. At kılı gibi. Gözleri yukarı doğru açılmış, Kafası büyük bir fil kafası gibi. Dudakları da bir manda dudağına benziyordu. Sonra şöyle bir selam verdi. – Selam size Ey cemaat-ı müslimin –onun bu selamına Resurullah (sav) şu mukabelede bulundu. –Selam Allah’ındır ya lain. Sonra şöyle buyurdu. –Bir iş için geldiğini duydum, nedir o iş. –Şeytan şöyle anlattı. –Benim buraya gelişim kendi arzumla olmadı. Mecburen geldim. Resurullah (sav) efendimiz sordu, -Nedir o mecburiyetin.-Şeytan, İzzet sahibi Rabbin katından bana bir melek geldi ve dedi ki. Allah-ü Teala sana emir veriyor. Muhammed’e gideceksin, Ama düşük ve zelil bir halde. Tevazu ile ve Adem oğullarını nasıl kandırdığını anlatacaksın.  (Devam edecek )

TAHKİKİ İMAN -3-

 TEFEKKÜR
Dursen Özalemdar

TAHKİKİ İMAN -3-

Nasılki elinizin altında kullandığınız her türlü eşya, birilerinin yapımı ise. İnsan güç ve kuvvetinin üstündeki yaratılmış bütün varlıkların da ALLAH (C.C.) tarafından yaratıldığını kabul etme mecburiyetimizdir.

Saksıdaki çiçeklerden, Bahçedeki ağaçlara, Uçusup duran ve bu günlerde  binlercesinin gurup teşkil ederek, şehrimiz semasında kudret ve iradeyi gösterir gibi. Bize bakın dercesine. Gurup halinde şekiller ortaya çıkaran kuşlara. Koşuşturan insanlara, Gün’e, Güneş’e, Bulutlara, Gece’ye, Ay’a ve Yıldızlara yerdeki karıncadan, Denizlerdeki devasa Balinalara baktığımızda ,YARATILIŞ harikalığının içinde olduğumuzu görür MAŞAALLAH , RABBİM NE GÜZEL YARATMIŞ Demeliyiz.

Ateistlerin (Allah’ı inkar edenler) in “Din metafizik bir olaydır” (Fizikle izah edilemez) yalanı ile kendilerini kandırmaları. Dinden çıkarak Şeytan’a tabi olmaları nasıl bir gerçekse, Fizik, Coğrafya, Anatomi, Matematik, Tıp,Resim, Lisan, ile bütün İLİMLERİN ALLAH’ı  tanıttıran şaşmaz kanunlar olduğudur.
ALLAH’ı TANITTIRMASI, O’nun tanıtımını yapmakta olması, YARATICININ YARATTIKLARINI incelettirmesi ve anlatması, bakımından FİZİK’ın tamamen DİNİ bir olay olarak kabul edilme mecburiyetidir.

Allah’ın sonsuz ilmi içinde, belli miktarda bilgiye ulaşan Âlim’lerin, sahalarındaki tekamülleri, onları İMAN YÖNÜNDEN ALLAH’A YAKINLAŞTIRACAK bir gelişme olmalıdır.

Görülen ve Görülemeyen varlıklara rağmen, Var olanları dahi görmeden özürlü olan insanın, Kış günü yağan kar tanelerini lalettayin yağan taneler olarak görmesi, birçok konuda oldugu gibi varolanın gerçeğini görememe özrüdür. Kar tanelerini FOTOGRAFLAYAN araştırmacının bu görüntüler sonunda YARATICIYI,  elbette sanatı ile görmesi ve alkış tutması gerekmez mi. 

Makro alemdeki Gezegenleri yutabilen KARA DELİKLERİN, MİKRO alemde Kristalleşmiş KAR TANECİKLERİ üzerinde  sanatın, güç ve KUDRETİN örneklerini sunan YARATCI’nın hikmetini görememek ne büyük gaflettir.                                 

Kar taneciklerini mikroskop altında büyüterek görmemizi isteyen kudret. Her tanecigin harika şekilleri, simetrik bir şekilde, gökten yere indirilmesini, “Her kar tanesini gökten yere bir melek indiriyor” ifadesi ile şekillendiriyor ve seslendiriyor.

TAHKİKİ İMAN -2-




TEFEKKÜR

Dursen Özalemdar

TAHKİKİ İMAN -2-

Birinci yazımda İlmihal bilgileri olarak verilen, İMAN konusunun diğer bir boyutu da TAHKİKİ İMAN konusudur. Tahkiki İman, diğer varlıklardan farklı akılla donatılmış olan İnsan’ın, GÖRDÜKLERİ-DUYDUKLARI-beş duyu ile BİLME olayına ek, günümüzdeki İletişim yolu öğrenmenin çağları aşan görüntüsüdür.

Makro ve Mikro boyutlardaki insan ın ulaştığı çağımız teknolojisi, hayallerin ötesinde ulaşmıştır . Akıl sahibi olan, İnsan aldığı bilgilerle kabiliyetlerini kullanabilme kapılarını açar. Vucut binamızda GÖZ bir pencere gibidir. Nasıl’ki İnsan olarak bir bina veya mekanın camından dış mekanları izleyebiliyorsak, vucut un içindeki CANLILIGIMIZIN sebebi RUH,  göz penceresinden, Akıl kütüphanesindeki bilgileri harman ederek olayları yorumlar.

Görme Kapısı’ndan, Allah (C.C.) VE Resulünün (S.A.V.) nin öğretileri doğrultusundaki, akıl kütüphanesinden yola çıktığımızda, kendimize en yakın olan , kendimizi görürüz. Ellerimize, kollarımıza bakarak, harika bir yaratılış ta olduğumuzu idrak ederiz. Bir elimizin on dört boğumlu ve tırnaklı yaratılması, el hareketlerimizin harika bir MEKANIK TASARIM’ LA yaratıldığımızı görürüz. Kemik yapımızın harikalığı, İskeletimizin dizaynı, Kas-Et-Damar ve Sinir sistemleri ile donatılması, bunlar üzerindeki deri ve tüylerin yer alması, Harikalıklar içinde Harika bir yaratılışı gösterir.

 Baş kısmımızın YEDİ MİLYAR insana rağmen, baş üzerindeki herkesi birbirinden ayıran farklılıkların YÜCE BİR SANATIN ve YÜCE BİR TASARRUFUN açık delili olarak görüldüğüdür.
Gözlerimiz, Kulaklarımız, Burun ve Ağzımız, Kaşlarımız, Kirpiklerimiz, Göz kapaklarımız, Saçlarımızın harikalığının, yaşayan yedi milyar insan ve on bin yıldır gelmiş, geçmiş trilyonları aşkın Adem  A.S. nesli ile görülürken.

 Deniz ve Kara Hayvanları’nın ve tabiat varlıklarının, Bitkilerin, ağaçların binlerce cinslerine rağmen, birbirine benzerlikleri içinde. Atomik yapı farklılıklarında, sadece insandaki değişiklik tecellisi, İnsan’ın EŞREF’ül MAHLUKAT olması ile izah edilebilmektedir.
 Denizlerdeki üç yüz bin çeşit, Karalar daki yüz bin çeşit mahlukatın, sayısal olarak İnsan’dan kat be kat çok olması, bütün bu zenginliğin, İnsan’a hizmet, Tekamül ve tasarruf için yaratılmasındaki hikmetin içinde görülmelidir.

Hava’nın, Suyun, Işığın ve Toprağın şekillenerek Allah’ın hikmet ve sanatı olarak oluşan varlıkların,  İnsan üzerinden CENNET’e gidebilme isteğini bize bildirmekte ve göstermektedir.

Dört elementin, Yüz binlerce çeşit yaratılışa temel oluşturması, İLAHI SANATIN akıl almaz, güç ve KUDRETİNİ göstermektedir.

Göz penceremiz, gerçek manada, gerçekleri görebilme bilgileri ile birleşebilirse, gerçeği bulmada zorluk çekilmez. Gerçek ise, YARATILMIŞLARDAN- YARATAN’ a gidebilme aklıselimidir. (devamı var)